11 Haziran 2010 Cuma

Biz Farklıyız !


Tribünde omuzomuzayken meşale altında tanıştık biz. Hiç aile olacağımız aklımıza gelir miydi? Atatürk'ün sol kapalısında iki haftada bir tezahüratlar söyler, gönülden severdik. Sadece tribünde buluşur, ismimizi bile bilmezdik en başta. Birlikte içilen sigaralar tribündeki dostluğumuz pekiştirdi. Bir kavganın en güzel anında tanıştım ben kardeşlerimle. En güzel tanışma bu şekilde olmaz mı zaten ? Beni hiç arkada bırakmayacaklarını daha ilk günden anladım ben. Daha sonra birlikte gidilen o güzel deplasmanlara gittikl, şişede kalan yarım birayı birlikte paylaştık, bir paket sigarayı bütün otobüs içmeye başladık..

Yavaştan semtimizim muhtelif parklarında Karşıyaka'yı kurtmarmaya başladık. Her muhabbetimiz Karşıyakaydı başka hiçbirşeyimiz yoktu. Fikirlerimiz farklı olsa bile ortak noktamız Karşıyakaydı..


Bir süre sonra baktık ki artık tam anlamıyla kardeş oluyoruz. Hayatta güvenebileceğimiz en yakın insanlar tribünden insanlar olmuş. Seni hiç aç bırakmamışlar, bir kavgada hiç arkada bırakmamışlar, her zaman seni başkalarına karşı kollamışlar. Sevgilimizle kavga ediyoruz, birlikte derdimize içerek sohbetler ediyoruz.. Tamamiyle artık hayatımız oluyor tribün kardeşliği. Ailemizden birine kötü birşey olsa ilk kapı çalındığında, kapıyı açtığında karşında duran kişi o seneler önceki hiç tanımadığın omuzomuza çekerken yanında duran adam oluyor. Telefonun bütün gün susmuyor, sürekli bir sorun varsa gelelim, bir ihtiyacın olursa aramazsan bozulurum gibilerinden şeyler söylüyorlar sana. En kötü gününde bile tüm kardeşlerin abilerin yanında seni teselli ediyor.

Yolda mı kaldın ? 18 yaşından büyük bir abini ara 5 dakikaya orada olur Ve bu abin onu zorunluluktan yapmıyor, artık öyle bir sevgi ve saygı var ki aranızda bunu yapmayı kendine görev biliyor. Kendisinin ne kadar derdi sıkıntısı olsada ilk önce seni dinliyor onlar. Önemli kararlarında ilk danıştığın kişiler onlar oluyor biranda. Ve onların tek kelimesi bile senin o kararında çok etkili oluyor, çünkü biliyorsun sana o abilerinden asla zarar gelmez..

Biz farklıyız çünkü aynı semtin, aynı kavganın çocuklarıyız..
Kalmasın kalbinde acı bir sızı, Ufkunda sallansın YEŞİL KIRMIZI!

Uzun süredir yazı yazamıyorduk geçmişlerde yazdığım bir yazıyı yayınlamak istedim biraz değiştirerek. Karşıyaka için şu bir ay ölü dönemler ve biz bu dönemlerde saçma ve gereksiz yazılar yazmak istemediğimiz için yazı girmiyoruz. Haberiniz olsun istedik..

8 Haziran 2010 Salı

2oo9-2o1o Sezonu Karnemiz.


Bank Asya 1. Lig'de, 2009-2010 sezonunu 56 puanla 5. sırada tamamlayan Karşıyaka'da 27 ayrı futbolcu forma giydi. Karşıyaka, önceki sezonda da takımın başında olan teknik direktör Reha Kapsal ile başladığı sezonda, 11. haftada kan değişikliğine gitti.

Yeşil-kırmızılılarda 13. haftada teknik direktörlüğe getirilen Ümit Turmuş da 23. hafta öncesinde görevden ayrıldı. 5 haftalık süreçte Nihat Umut-Hakan Kayalar'ın görev yaptığı Karşıyaka'da daha sonra Erdoğan Arıca ile anlaşma sağlandı. Sezonu 56 puanla 5. sırada tamamlayan yeşil-kırmızılı ekip, geçen sezon olduğu gibi Süper Lig umudunu Yükselme Grubu'na bıraktı.

Karşıyaka'da 32 yaşındaki tecrübeli golcü Okan Öztürk, 32 maçta da 90 dakika sahada kaldı. Okan Öztürk'ü 31 maçta 2 bin 500 dakika forma giyen Taha, 30 maçta 2 bin 488 dakika şans bulan Kıvanç takip etti.

Karşıyaka'da 59 dakika forma giyebilen ve devre arasında gönderilen Mfongnag, sezonun son maçında 90 dakika oynayan Akın Sinan Dağdelen ile 170 dakika sahada kalan Tisdell, en az forma şansı bulan futbolcular oldu.

-PUANLARIN İÇ VE DIŞ SAHA DAĞILIMI EŞİT-
Karşıyaka, İzmir'deki ilk 5 maçını geçen sezon Ankara'daki play-off finali sonrası çıkan olaylar nedeniyle seyircisiz oynadı.

Elde ettiği 56 puanın iç ve dış saha dağılımı eşit olan yeşil-kırmızılılar, İzmir'de ve deplasmanda 28'er puan topladı.
Yeşil-kırmızılılar 34 maçta 48 gol atarken, 35 golü de kalesinde gördü. Karşıyaka'nın kaydettiği 48 golde, 14 ayrı futbolcunun imzası var. Okan Öztürk, 13 golle en golcü oyuncu oldu. Okan'ı, Kıvanç (6), Erçağ, Emrah (5), Serdar Sinik (4), Gurur (3), Taha, Mutlu, Köksal (2), Timuçin, Ufuk, Ayhan, Kerem ve Şaban (1'er gol) izledi. 15. haftada oynanan Karşıyaka-Kocaelispor maçında Kocaelisporlu Bilal Turgut, kendi kalesine gol attı.
Yeşil-kırmızılı ekipte ise 8. haftada Çaykur Rizespor karşısında Mustafa, kendi kalesine gol atan isim oldu. Gollerin 32'sini karşılaşmaların ikinci yarısında atan Karşıyaka, yediği 35 golün 20'sini ilk devrede kalesinde gördü. Yeşil-kırmızılı takımın attığı ve yediği gollerin zaman aralığı şöyle:

Zaman Aralığı Atılan Gol Yenilen Gol


1-15 8 4
16-30 3 9
31-45 5 7
46-60 11 4
61-75 12 2
76-90 9 9

-KARTLAR-
21 futbolcunun 80 sarı kart gördüğü İzmir temsilcisinde, Kıvanç 13 sarı kartla en fazla kart gören oyuncu oldu. Bu futbolcuyu Taha (10), Serkan (8), Mutlu, Gurur, Okan (4), Serkan (3), Necati, Fuat, Erçağ, Ufuk (2) Mustafa, Ayhan, Aykut, Güney, Ramazan, Emrah (1) izledi.

Karşıyaka'da Serkan, Taha ve Ufuk kırmızı kart görerek takımını eksik bıraktı.

-HAKEMLER-
Ligde Karşıyaka'nın maçlarında 20 ayrı hakem görev aldı. Fethi Serkan Koçak, Mete Kalkavan, Mustafa İlker Coşkun, Nihat Akman 3'er kez yeşil-kırmızılıların maçını yönetti.

Barış Şimşek, Gökhan Güneşer, Kuddusi Müftüoğlu, Özgür Yankaya, Yunus Yıldırım, Zafer Demir (2), Aytekin Durmaz, Bülent Yıldırım, Bünyamin Gezer, Halis Özkahya, Hüseyin Göçek, İlker Meral, Mürvet Sezer, Özgüç Türkalp, Serkan Çınar, Süleyman Abay birer müsabakada görev yaptı. Karşıyaka'da, 2009-2010 sezonu raporu şöyle:

Futbolcu Maç Sayısı Süre (Dk) Sarı Kart Gol


Akın Sinan Dağdelen 1 90 - -
Alfred Tabot Mfongnag 2 59 - -
Ayhan Evren 18 1224 5 1
Aykut Akgün 19 1158 2 -
Cem Karahan 4 279 1 -
Emrah Bozkurt 27 1585 4 5
Erçağ Evirgen 25 1334 4 5
Eser Yayla 8 320 1 -
Fuat Erarslan 25 2135 4 -
Güney Atılgan 6 304 1 -
Kerem Sarıhan 8 568 2 1
Kıvanç Karakaş 30 2488 13 6
Köksal Yedek 27 1680 - 2
Mustafa Aydın 6 513 1 -
Mutlu Kızıltan 27 1588 5 2
Necati Yılmaz 15 1350 2 -
Okan Öztürk 32 2880 5 13
Ramazan Kurşunlu 18 1620 2 -
Saffet Gurur Yazar 26 2276 5 3
Serdar Sinik 19 691 - 4
Serkan Kılıç 28 2174 8 -
Şaban Genişyürek 4 181 - 1
Taha Yalçıner 31 2500 10 2
Timuçin Aşçıgil 20 829 1 1
Tonia D. Tisdell 6 170 - -
Ufuk Çam 15 1165 2 1
Volkan Özcan 26 2246 2 -

Atatürk Karşıyakalı..


ATATÜRK 11 Ekim 1925 ‘te KARŞIYAKALILARA hitaben Naim Palas Oteli’nin balkonunda yaptığı konuşmasında ,burayı ne kadar çok sevdiğini anlatmak için şu sözcükleri tercih ediyor:’’İzmir’in KARŞIYAKALILARI ; sizi derin muhabbetle selamlarım…Ben bütün İzmir ’i ve bütün İzmirlileri severim.Güzel İzmir ’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim.Yalnız ,bir rastlantı beni KARŞIYAKA ’ya daha fazla bağlamıştır.KARŞIYAKALILAR ,annem sizin sinenizde sizin topraklarınızda yatıyor.KARŞIYAKALILAR ,İzmir ’i gördüğüm gün ,öncelikle KARŞIYAKA ’yı ve orada da sizin Türk topraklarınızda yatan anamın mezarını gördüm.’’Evlenmek için KARŞIYAKA ’lı bir kızı, annesinin defnedilmesi için ise KARŞIYAKA ‘yı seçen Atatürk’ün doğal olarak KARŞIYAKALI olduğunu düşünen bugünkü KARŞIYAKALILAR,bu özellikleriyle kendilerini ayrıcalıklı sayıyorlar ve atık Atatürk ‘ün hangi takımı tutuğu tartışmalarının bitmesi gerektiğini düşünüyorlar.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Bu sene direkt olarak Süper Lige çıkacağız..


Tekrar 1 yıl opsiyonlu olarak tekrar ' Karşıyaka ' dedi. Okan Öztürk , bence Yeşil-Kırmızı formayı hakkını veren bir futbolcu . O futbolunun dışında karekteri ile takımın adet'a abisi. Geçen sezon Karşıyaka'mız forması altında 13 gol attı. Geçen günlerde eşinin doğumu için Ankara'da bulunan Okan , geçen sezon 356 bin aldığı parada arttıracaktır. Karşıyaka'lı yöneticlerle görüştükten sonra , " Bu sene direkt olarak Süper Lig'e çıkacağız " diyerek Karşıyaka takımının inandığınıda göstermiş oldu. Helal olsun kaptan sanada bu yakışırdı..

Bu çocukda bişi var ama..


Bugün Aykut ile 3 yıllığına anlaşmaya varıldı. Aykut AKGUN 87 dogumlu, biz taraftarların Karşıyakamıza çok yararlı olacağı konusunda inandığı bir oyuncu. Aykut hakkında geçen yıl yaşanan sıkıntı giderildi. Para cezası kulübümüzünde girişimleri sonucu ödendi ve cezası Ağustos ayında bitecek. Yani önümüzdeki sezon forma giyebilecek. Bizler bu genç kardeşimizin çok iyi işler yapacağına, performansının sürekli gelişeceğine ve hatta buradan Milli takıma kadar gidebileceğine inanıyoruz.

Aykut Giresunspor-Maltepespor-Trabzonspor-Zeytinburnuspor takımlarında forma giydi. Orta sahada oynuyor. Almanya doğumlu.
Karşıyakamıza hayırlı olsun.

Arko El kremi çok faydalıdır..


Şimdi işin şakası yok büyük bir ümitle bekledim. Maçın biter bitmez bizim başkan bir heyecan ile istifa edecekti, sonra tabi kimse "abi bir geri dön" demeyecekti, o da "3 sene şampiyonluk vaad ediyorum bu son olsun allaamakitabıma" vaadi elinde tnt olduğundan dönecek yüz bulamayacaktı, yeni bir dönem açılacaktı filan. Hiç alakası yok yahu. Adam gayet "görevimin başındayım" dedi, "durmak yol yola devam" dedi gitti. Böyle ucuz vurup "Nesrin Baytok göreve" demek de istemiyorum ama Aziz Yıldırım'sız bir Fenerbahçe hayali kurmak da şu şartlarda çok zor. Adamın iki dudağına mühürlü kaldı kulüp kaderi, küserse gidecek, gönlü çekerse kalacak, sonumuz hayrolsun.

Bu saatten sonra da burada neden Aziz Yıldırım gitmeli gibi bir yazı yazmak da çok heyecan verici değil. O kadar iyi nedenselleştirdik, o kadar çok yazı yazdık ki hani biri çıktısını alsa kitap olur, kürsülerde okutulur. Öyle disipline çevirdiğin konuyu tekrar tekrar ısıtmak güzel olmuyor, onun yerine bambaşka bir şey diyeyim, bu Banu hanımefendi bizi renk körü filan olmamakla itham etti ya ona biraz bozuldum. Yani elbette taraflıyız, taraftarız, futbolla ilişkimiz önce tuttuğumuz takım üzerinden kuruluyor. Ben, biz, belirli bir maaş karşılığı futbol analizi yapmak üzere bir iş ifa eden insan değiliz ki Banu? Tabi kendi takımımız ve onunla kurduğumuz gönül bağları hakkında yazı yazıcaz, bizi heyecanlandıran, yazı yazmaya teşvik eden şey bu. Öte yandan, yazdığımız haklı mı haksız mı bambaşka bir konu. Sen şimdi otur twitter da Rıdvan ile makara geç, ondan sonra Radikal'de yazıyı patlat, sonra millet o sözleri Rıdvan'a söylediğini zannedince yok öyle değildi de. Ne yapalım gönlünü de bilemiyoruz ki, zahirden gördüğümüzü söylüyoruz. Madem öyle kusura bakma da dedik, bu kadar hicran olacağını da gerçekten tahmin etmemiştik. Eleştirilmeye değil de içinde böyle yara olmasına üzüldüm, yoksa sevdiğimiz insansın, gelsen şarabını, peynir tabağını eksik etmeyiz, masada kral gibi ağırlarız sarhoş olsan evine de taşırız, başımızın üstünde yerin var.

Şampiyonluk güzel şeymiş lan. Böyle Efes'i yendik ya, hiç o Efes kapaklı blog yazıları filan kalmadı. Geçen sene ortalık bara dönmüştü, her blogun açılışında bir efes kapağı var millet zevkten parabol olduydu, bu sefer tıs. 3. Setin ortasında Efes 27 sayıda kalınca tabi heyecan kalmıyor kimsede, lise basket takımıyla maç yapar gibi. En azından ben Kaya'dan bir atraksiyon bekliyordum, bir yumruk olsun, kafa kol olsun, kaç bin adam var, en azından bir künde, o da fos çıktı. Meyva çayı nasıl şeymiş arkadaş, bir sene önce 15 metreden potaya zıplayanlar 27 sayıda kaldı, maçı izlerken üzüldüm yeminle.

Kaya'yı mı alacakmışız bu arada? Yani Kaya. Ne Zulüm gördük, ne vefasızlık çektik arkadaş taraftar olarak. Al bir kaya nerene dayarsan daya diye ilkokul pankartı ile mi iletişim kuralım, gözyaşı akıtalım? Veya Rambo Okan gelsin bir Fenerbahçeli taraftar dövüp sonra da Fenere küfretsin, seneye bizim bir takıma monte etsinler kendisi, yıllardır hayalini kurduğu formaya kavuşsun çocuk, işler böyle absürd gidiyorsa sonuna kadar gitmeli.

Şampiyonluğu kaçırdık ya şimdi bütün yaz Krasic'i almakla uğraşırız. Sonra Eylül'de Krasic gelmez. 4 tane Dos Santos, De Souza bulur getirirler. Takıntı oluyor bizde bazen böyle futbolcular, 50 ay onla uğraşıp 10 günde transferi bitiriyoruz. Öyle müthiş bir futbol zekası, aklı, tartışmasız transfer üstünlüğüne sahibiz.

Tartışmasız üstünlük derken, yahu uzay takımı diye başladığın sezonu şampiyonluktan 8 kulaç uzakta bitirdiğin bir sezonun yenildiğin son maçında (nefes al) rakibin şampiyon olamadı diye aşk ile sevinmek nedir be abi? Yani neyin kutlamasını yapıyorsun? Ne acaip adamlar var lan. Bir tribün dolusu adam Fenerbahçe şampiyon olamadı diye kutlama yaptı, hani Rijkaard'ı aldık, Haldun müthiş transferler yaptı, şendik şakraktık, en büyüktük, Türkiye'dikten buraya hızlı inişi nasıl içinize sindirdiniz? Takım Avrupa takımı ama bütün mensupları Gemerekli, zihniyet 14.000 kişilik ilçe sınırında kalmış, bana yar olmayan kız karşı komşunun oğlunun da olmasın da isterse konsomatris olsun tipi bir akıl.

Şu yukarıdaki adamlar da bombacı. Herkesin töresi, görgüsü farklı tabi. Bu aralar bombalarla haşır neşirim ondan koydum özel bir manası yok. Başlık da halkı bilinçlendirme görevim gereği öyle. Çevreye ve topluma faydalı olsun istiyorum bu yazılar.

Bir de Rehavet yazı yazsın biraz daha fazla, insan özlüyor.

İzmir bir sıcak, bir de internet kafede yazıyorum, dolayısıyla yazının sonuna geldik. Bu güzel İzmir pazarında biraz dolaşıp nar sulu soda içicem, acaip güzel bir şey.

End of Transmission.

5 Haziran 2010 Cumartesi

İşte o efsane kardeşlik..


Yıllardır kulaktan kulağa babalarımızdan ağabeylerimizden duyarız. Gerçek dostumuz KARAGÜMRÜK derler.
Kardeş olmasına kardeşiz fakat bu güzel kardeşliğin nasıl başladığını bir çok kişi pek bilmez. Sorulduğunda herkes farkı şeyler söyler. Herkes farklı anlatır anlatmasınada herkes bilir ki tek gerçek Kardeş KARAGÜMRÜK.



İşte buradan esinlenerek gerçek anlamda bu dostluğun nasıl başladığını öğrenmek istedik.
Dernek kurucu üyelirimizden Taner ÜTÜKLERLİ'den konuyla ilgili yardım istedik. O da kırmadı bizi KARAGÜMRÜKLÜ ağabeylerimizi aradı. Onlarda seve seve yardımcı olacaklarını, hemen konuyu Karagümrük tribünlürenin gediklileri ile paylaşacak ve araştıracaklarını söylediler. Karagümrüklü kardeşlerimizin araştırmasından sonra bu güzel kardeşliğin nereden geldiğini bizlerle paylaştılar.
İşte paha biçilmez kardeşliğimizin ilk adımları.



1976 – 1977 sezonunda KARAGÜMRÜK ile aynı ligde mücadele ediyoruz. İzmir’ de KARŞIYAKA için çok kritik bir maça çıkıyoruz.Rakibimiz KARAGÜMRÜK ve o sezon lig de iddaası kalmamış. KARAGÜMRÜK’ den bu maça 3-5 abimizin dışında gelen olmamış. Gelen ağabeylerde KARŞIYAKA seyircinin içinde yerlerini almış. KARŞIYAKA için bu kritik 90 dakkika başlamış. Ama hiçte KARŞIYAKAlıların beklediği gibi maç gitmemiş ve maçtan KARŞIYAKA 3 – 0 mağlup ayrılmış.



Hakemin mücadeleyi bitirmesiyle 150 kadar KARŞIYAKA taraftarı maçın bitiş düdüğü ile birlikte sahaya girmişler. Bunu gören rahmetli GODE CENGİZ bizim taraftarımızın önüne geçerek futbolculara kimse dokunmayacak demesinin ardından sahaya giren taraftarlarımız yönün hakeme çevirmişler ve hakemleri dövmüşler.
İşte gerçek kardeşliğe ilk adımlar böyle atılmış.
Daha sonraki sezonlarda KARŞIYAKA İstanbul deplasmanlarına gidiyor ve gazeteci Hakan ağbeyimizin vesilesi ile de İstanbul'da ki maçlarda da dostluk iyice perçinlenmeye başlamış.
Bu dostluk 1986 – 1987 yılına kadar bu şekilde gitmiş.
Daha sonralarda ise gerek KARŞIYAKA ’nın gerekse KARAGÜMRÜK'ün çeşitli liglerde mücadele etmesinden kaynaklanan bir kopukluk meydana gelmiş. Ama kardeş işte ne kadar kopukta olsak bugüne kadar hep gönüllerimiz bir.



2002 sezonunda KARAGÜMRÜK ile aynı ligde mücadele veriyorduk. KARAGÜMRÜK Eskişehir deplasmanına geliyordu. Ama içlerinden Ahmet DİRİ ( Kınalı ) ağabeymiz Eskişehir deplasmanına gitmiyordu.
O haftada KARŞIYAKA’ nın İstanbul da maçının olduğunu öğrenen Ahmet abi bizim maçımıza geliyor ve kendini tanıtıp orada bizle birlikte bir yandan maç izleyip bir yandan geçen zamanı ve bir daha kopmamak için karşılıklı telefon numaraları alıp veriyor.
Yıllar sonra aramızdaki dostluğu yeniden canlandırıyor. Buradaki en güzel şey artık aynı ligde olmasakta aramızda bir kopukluk olmamış ve nitekim de öyle olmaya devam etmişti.



KARŞIYAKA ne zaman İstanbul'a gitse hiçbir zaman bizi başından sonuna kadar yalnız bırakmayan bir kardeşimizdir KARAGÜMRÜK, KARŞIYAKALI olup İstanbul'da askerlik yapanların çarşı iznini KARAGÜMRÜK ’de geçirmesinden, KARAGÜMRÜK'te girilen dükkanlarda KARŞIYAKA resimleri görmesine... Bu dostluğu çok iyi bilen Karşıyakalıların dükkanlarında ki Karagümrük takvimlerine.İzmir’ e gelip KARŞIYAKA ya uğramadan gitmeyen KARAGÜMRÜKlü kardeşlerimize kadar.
Genel olarak bir çok kulübün dost , kardeş takımları vardır ama hepsi bir yandan da kendilerini gösterme çabalarındadırlar.
Bizim kardeşliğimizi diğerlerinden ayrı kılan o kadar içten ve samimiyiz ki birbirimize karşı ayrı liglerde de olsak, hiçbir şekilde sportif faaliyetlerde karşılaşmasakta birbirimizle her zaman irtibat içindeyiz.
Çünkü biz KARDEŞİZ.

Yaşa Varol Kaf Sin Kaf !




Yaşa Varol Kaf Sin Kaf


Şanınla Şerefinle,


Bizlerden gelen bu ses


Sana ne diyor dinle !


Yeşil sahalarda,parke salonlarda


Taraftarın kalbinde sönmez güneşsin sen

3 Haziran 2010 Perşembe

Teşşekkürler Kaptan !


34 maçta amblemin hakkını veren
son yıllarda armanın hakkını veren
çamaşır makinası değil gol makinası çıkan
gerçek anlamda büyük kaptan...
tek isteğimiz senin gibi yüreği ile oynayan 11 topçumuz olsun yeter!
önemli olan süper lig değil... forma ıslansın bize yeter!

Biz futbolu bu yüzden seviyoruz..


Bursaspor’un şampiyonluğu, bu lig üzerine spekülasyon yapanların, özellikle Sadri Şener’in bazı dikkatsiz demeçleriyle ilgili ileri geri konuşanların heveslerini kursağında bıraktı.

Bu lig makûs talihini yendi. Bir başka şampiyon çıkardı. Artık umuduz odur ki arkası gelir, birçok başka takım bu yoldan yürür.

Fenerbahçeli kardeşlerime tavsiyem olabilir mi bu anda, emin değilim. Çok üzüntülüler. Denizli sendromunu yaşadılar. O gün yollara düşüp Denizli stadından geri dönüş macerasını yaşayanlar, 16 Mayıs akşamını da çok kötü hatırlayacak. Saracoğlu Stadı, birçok mutsuz insana tanıklık etti önceki akşam.

Biliyorum onlar, içerde 2-0 önde girdiği Bursaspor maçını 3-2 verdikleri görüntülerini seyretmek istemeyecekler. Bursalılar Fenerbahçelilerin durumunda olsaydı, İstanbul BB maçını seyretmek istemeyeceklerdi.

Fenerliler, Cristian’ın direkten dönen topunu konuşacak. Yıllar önce Denizli’de Appiah’ın vurduğu top girseydi bu macera başka seyrederdi. Güiza’ya belki çok kızacaklar. Kızmasınlar. Belli olmaz, o da Güney Afrika’dan gol kralı olarak döner belki.

Fenerbahçeliler, on yedi kez ipi göğüslemiş bir takımın taraftarı olarak, tarihinde ilk kez şampiyon olan bir takımın taraftarlarını anlasınlar. Onların sevincini paylaşsınlar. Sonuçta iki ayrı statta yirmi iki oyuncu bir oyun oynadılar. Yeşil-Beyazlılar kazandılar.

Bursalılar da, bir şey yapsınlar. Diyarbakır-spor’un Bank Asya’ya düşmesinde, Bursa’daki ilk maç dâhil olmak üzere Diyarbakır’daki rövanş maçının etkisi büyük. Hani maçın kırılma anı vardı ya, Diyarbakırspor da orda kırıldı. Hem de çok kırıldı. Bu kırgınlığı, kazananın anlaması gerekiyor. Eğer isterse.

Bursalılar, Ankaragücü taraftarıyla yaptığını, Diyarbakır’la yapsın. Diyarbakırspor’u kardeş takım ilan etsin. Diyarbakırspor’un Bank Asya’daki Bursa’ya yakın maçlarına gidip pankart açsın. “Gecikmiş bir özür borcumuz var” desinler. Bursalılar şunu bilsinler. Ankara’yla değil, Diyarbakır’la barışmak zorundalar.

Bursaspor nasıl ve neyi hazmedebileceğini hafta içinde gösterdi. “Kaybedersek eğer” dedi, “İkinciliği de aynı şevkle kutlayacağız.” Şimdi bunun devamını getirmeli.
Devamını getirirse, futbol daha güzel olacak.

Ama bu artık Bursaspor’a bağlı.

O da, ‘farklı’ şampiyon olup olamayacağına...

ERKAN GOLOĞLU

Süper Lig Hakemi Olabilmek..


Şimdi gözlerinizi kapatın ve 2010-2011 sezonunda bir Süper Lig hakemi olduğunuzu hayal edin.Nerdeyse her hafta size bir maç veriliyor. Trabzon senin İstanbul benim, Antep senin Antalya benim gezip duruyorsunuz. Ligin kaderi sizin dudaklarınızda. Çalacağınız bir düdük şampiyonu belirleyeceği gibi, dip tarafta da bir takımı Bank Asya 1.Lig’e yolcu edebilir. O yüzden iyi geçinsinler sizinle. Küfür edeni yakarsınız. Sevmediğiniz takım maçları verilsin hele bir... Yandı o takım. İzmirli ya da Bursalı değilseniz zaten tuttuğunuz ikinci bir takım vardır. Şu malum üç büyükler var ya!! 3-4 haftada bir ya Şükrü Saraçoğlu’nda ya İnönü’de ya da Ali SamiYen’de bir maça çıkarsanız işiniz kolay. Şöyle maçın kaderini etkileyecek bir iki ince düdük... Nasıl olsa itiraz eden olmaz; etse bile basın olayı büyütmez, bir güne unutulur. Deplasmana seyirci de gelmez nasıl olsa, taa Antep’ten, Konya’dan, seyirci mi gelecek ki? Normal lig maçında da Konya'yı tatil edecek değiller ya. Gelen de çekirdek çitler, 2 golden sonra sesini çıkarmaz. Böylece BÜYÜK takım başkanlarıyla aranızı hoş tutarsınız. Anadolu’ya gittiğinizde de krallar gibi karşılanır, maçın gidişine göre belli etmeden oyunun kuralını uygularsınız. Biraz Bursa’da bu kural işlemez; ama onu da düşürmeyi başaramayacağınız için yapacak birşey yok. Onun dışında gül gibi yaşayıp gidersiniz.Peki bu hikayeyi başa alalım tekrar. Bu seneki Bank Asya 1.Lig Play-Off’ları sonucu Karşıyaka’nın Süper Lig’de yer aldığı bir 2010-2011 sezonunda görev yapan bir Süper Lig hakemi olduğunuzu hayal edin. Federasyonun hakem tayini yaptığı günler öncesi yaşadığınız stresin haddi hesabı olmaz. Olur da İzmir’e Karşıyaka maçına atanırsanız... Atatürk (ya da Alsancak) Stadı’na çıktığınıza ayaklarınız titremeye başlar. Tribünde hiç olmazsa bir kişi ararsınız bağırmayıp çekirdek çitleyen. Ama burası Konya değildir, bulamazsınız. Verdiğiniz hatalı kararlara ses çıkarmayan ya da iki dakika içinde unutan bir ev sahibi taraftar umarsınız; ama çok beklersiniz. Hiç temas yokken kendini yere atan oyuncu için penaltı verirsiniz ; hakkı yenilmeye tahammülü yoktur bu taraftarın. Bizans’ı kollamaya kalkarsınız; tepki çekersiniz. İşinize gelmez, keyfinizi bozar. “Nasıl bir seyirci bu, tepkisiz kalmıyorlar Denizli'de, Antalya'da böyle olmuyor; keşke orda maç yönetsem" dersiniz. Baktınız olmuyor, her itiraza kart vermeye başlarsınız; ama sadece evsahibine... Bu sefer sırf sizin değil , yakınlarınızın kulakları çınlar. En azından ceza alsınlar dersiniz, daha da ileri gidersiniz. Deplasman topçusu tribüne hareket çeker devam dersiniz. Belki taraftar sahaya birşeyler atar diye... Defans topu elle keser, devam dersiniz. Bakalım ne zaman taraftar çileden çıkacak diye.Peki deplasmanlar? Daha önce deplasman seyircisi nedir bilmezdiniz. Nereden çıktı bu Karşıyakalılar? “Ben hiçbir yerde bunlardan kurtulamayacak mıyım?” dersiniz; inadına aleyhine kararlar vermeye devam edersiniz. Her deplasmanda gözlemci raporuyla Karşıyaka taraftarı ceza alır; ama nedense hiçbir evsahibi tribün grubunun bir şikayeti yoktur. Bu işten memnun olmayan sadece siz ve arkadaşlarınızdır.Şimdi de filmi biraz daha geri saralım. 17 Mayıs’a dönelim. Siz Kuddusi Bey olsanız, böyle rahat bir sezon geçirmek varken Karşıyaka’nın Süper Lig’e çıkmasına göz yumar mıydınız? İlk yarıda ceza alanı içindeki faule penaltı çalar mıydınız? Hemen sonrasında Altay’lı Onur’un elle kestiği topa penaltı verir miydiniz ? Devam canım n’olcak!! Peki 20 Mayısta Fırat Bey yerinde olsanız ( ya da yan hakemi) daha ilk 10 dakikada Karşıyaka’ya bir penaltı verip Konya’yı riske atar mıydınız? Gördünüz maç öncesi çekirdek çitleyen Konyalıları. Tam size göre değil mi? Ya o taca çıkan top? Ne taçı yahu!!! Görmedim vallahi. Sahayı yanlış çizmişler; yoksa o top içerdeydi. Her atışta zaman çalan Konya kalecisine kart göstermenize ne gerek var? Yeter ki Karşıyaka çıkmasın. Ama yine de geçen seneki Bünyamin Bey kadar olamadınız. 5 maç ceza aldıramadınız KafKaf’a!!! Yazıklar olsun...

Beni Rahatta Dinle!


Celtic'li bir babanın asla Rangers'lı oğlu olamaz,tıpkı Rangers'lı bir babanın Celtic'li oğlu olamayacağı gibi!

121 yıldır süregelen Celtic-Glasgow Rangers derbisi İskoçya'da hayatın akışını belirleyen önemli unsurlardan bir tanesidir.Hayatı belirler derken "Nasıl Yani?" diyebilirsiniz.Şöyle söyleyeyim, Yılda 4 kez karşılaşan bu iki ekip maçlarını yapacakları gün ülkede hayat durur.Eğer bir patron seyahate gidecekse iptal eder veya bir çocuk dershaneye gidecekse dershaneyi eker! Zaten fikstür çekildiği andan itibaren herkes planını maça göre yapar diyebilirim.Yani 365 günlük bir yılda İskoçya için 4 gün çok önemlidir.

Celtic 1888 yılında kurulmuş Katolik bir takımdır.Rangers ise 1873 yılında Protestanlar tarafından kurulmuştur.İki ekibin 1888 yılından bu yana yaptığı karşılaşmaları özellikle Katolik-Protestan savaşının yanı sıra,Direnişçilerle-İngiliz yandaşları arasında yapılan maçlar oalrakta tanımalyabiliriz.Celtic her zaman bağımsız bir İskoçya isterken,Rangers İskoçya'nın İngiltere ile birleşmesini savunmuştur.

Celtic-Rangers karşılaşması sadece İskoçya'da değil tüm Britanya'da fiziksel olumsuzluklar doğurmuştur.Maçlardan bir hafta önce Celtic ve Rangers daha doğrusu Katolik ve Protestan'lar arasında çatışma çıkar ve yaralı sayıları bir hayli fazlalaşırdı.Ancak son yıllarda küreselleşen ve bilinçlenen dünyada bu yaralı sayıları daha aza inmiş,fiziksel darbeler sadece maç günleri çıkmaya başlamıştır.

Celtic 1888 yılında İrlanda'dan İskoçya'ya göç eden Katolik Papazlar tarafından kurulmuştur.Kulübe Celtic isminin verlime nedeni ise ismin "Keltler" den gelmesidir.İrlanda'lı Keltler kurdukları takıma kendilerine özgü bir isim vermek istemişler ve Celtic ismini koymuşlardır.İskoçya'da Protestanlar'a göre daha azınlıkta olan ve göçmen oldukları için epeyce hor görülen Katolikler yani Celtic'liler ilk yıllarında İskoçya'da sürekli Protestanlar'ın baskısı altında kalmışlardı.Protestanlar Katolikler'i yanlarında çok ucuz maaşlara çalıştırıyor onlara tam anlamıyla "mezhepçilik" yapıyorlardı.Daha çok kenar mahallelerde bulunan Celtic taraftarları Rangers'lılara göre daha mütevazı bir yaşam tarzı sürüyordu diyebiliriz.

Rangers ise 1872'de kurulmuş bir spor kulübüydü.Ancak onlarda 1888'de Celtic'in kurulması üzerine kendilerine rakip buluyorlar ve tam anlamıyla gerçek Rangers hüviyetine bürünüyorlardı.Rangers Protestanlar tarafından kurulmuştur.Zaten İskoç halkının neredeyse %95'i Protestan olduğu için İskoç sınırları içerisinde inanılmaz bir taraftar desteği vardı.Ancak onların İngiliz yandaşı olmaları biraz sinir bozucu gelebilir.Zira Celtic taraftarları İrlanda'yı kalplerinde,statlarında,evlerinde her türlü şekilde yaşıyorlar.

Celtic-Rangers arasında oynanan ilk maç Celtic'in 1-0'lık üstünlüğüyle sona ermiştir.İşte bu an İskoçya futbol tarihinin belkide en önemli anıdır.Çünkü dönüşü olmayan, ileri ki yıllarda çok kan akacak olan bir futbol müsabakası artık başlamıştı.Celtic kurulduğu ilk yıllardan itibaren üst üste şampiyonluklar yaşadığı için Protestanlar'ın iyice tepkisini çekmiştir.Halkın çoğunluğu Protestan olduğundan Celtic'in bu başarısını kendilerine tabiri caizse yedirememişlerdir.Celtic'in Protestanlar'ı yerle bir ettiğini gören Milliyetçi John Ure Primrose yıllarca sürecek olan düşmanlığın ilk tohumlarını serpiştirmiştir.

Primrose Celtic'lileri"Bölücü,Komünist Papazlar" olarak nitelendirmişdir.Ayrıca Rangers tribünlerine İskoç bayrağı yerine Brileşik Krallık bayrağının asılmasını başlatan kişi de Primrose olmuştur.Buna karşılık Celtic yönetimi de statlarına İrlanda bayrakları asmış,Protestanlar'ı ve Rangers taraftarlarını bir kez daha tahrik etmiştir.

Celtic ve Rangers arasında bir de marş rekabeti bulunmakta.Glasgow Rangers taraftarları arkasında çok fazla siyasi olayların yattığı "Billy Boys" marşını kendilerine uygun görerek söylemeye başlıyorlar.Hatta bu marş UEFA ve İskoçya Futbol Federasyonu tarafından yasaklanmasına rağmen söylenmeye devam edilerek adeta bir başkaldırışı göstermektedir.Zira Rangers Bill Boys'u söylediği için UEFA'dan sürekli ceza almaktadır.
Celtic ise Rangers'ın Billy Boys'una karşılık olarak Liverpool'da ki İrlandalılardanöğrendikleri meşhur "You'll Never Walk Alone" şarkısını kendilerine marş olarak bağlamıştır.You'll Never Walk Alone'un yanısıra İrlanda Bağımsızlık Marşlarınıda söyledikleri çok fazla görülür Celtic taraftarının...

1989'da Celtic'ten Glasgow Rangers'a transfer olan Mo Johnston Rangers taraftarları ve Celtic taraftarları tarafından nefret edilen bir oyuncu olmuştu.İki takım taraftarının tek ortak noktaları buydu.Johnston'dan nefret etmek! Hatta bu öyle bir boyut kazanmıştı ki Mo Johnston'ın golüyle Rangers'ın 1-0 üstünlüğü ile biten Celtic maçı, Rangers'lılar için 0-0 bitmişti! Zira Johnston tam bir Katolikti ve daha önce Celticde oynamıştı. Birçok Rangers'lı bununla da kalmayıp Ibroxun önünde ünlü marşları Billy Boys'u söyleyerek kombine biletlerini yaktılar ve asla Johnston'ın attığı golleri golden sayıp sevinmediler
İki takım taraftarları ve futbolcuları arasında çıkmış olan bazı olaylar ise şöyle;

1997 yılında 16 yaşındaki bir Celtic taraftarı,Celtic atkısı ile okula gitmiş ancak bir Rangers'lı tarafından öldürülmüştür.Bu masumiyet Celtic'in dünya üzerinde daha fazla sempatizanı olmasını sağlıyor diyebiliriz.
Futbolculara yapılan bazı hareketleri ise şöyle sıralayabiliriz;
Eski Celtic'li Japon oyuncu Nakamura'ya Rangers taraftarları bir maçta Nakamura duran topları her kullandığında kollarını iki yana açarak 2.Dünya Savaşında Japonya'nın Amerika'dan yediği darbeleri Nakamura'ya hatırlatmak istemişlerdir.
Aynı şekilde Celtic'in genç futbolcusu Aiden Mcgeady'da Rangers taraftarları tarafından en çok hakarete maruz kalan oyunculardan birisi.Çünkü McGeady İskoçya Milli Takımı yerine İrlanda Milli takımında oynamayı seçerek Rangers'lıların büyük tepkisini almıştı..

KARŞIYAKA EVERYWHERE !


KARŞIYAKA EVERYWHERE
31 05 2002

95 yılında lise birinci sınıftayken, okuldaki Karşıyakalı arkadaşlarımla birlikte para toplayıp yaptırmıştık o bayrağı. Alsancak'taki maçlarda herkesin görebileceği bir bayrak asmamız gerektiğini hepimiz hissetmiş olmalıyız ki, bayrak fikri ortaya atıldığında da para toplanmaya başlandığında da hiçbirimiz gıkımızı çıkarmamıştık. Belki bir hafta boyunca öğle arasında çift kaşarlı tostlardan değil de simit ayrana mahkum olurduk ama hiç mühim değildi. Alsancak'ın paslanmış tellerinde dalgalanacak bir Kaf Sin Kaf bayrağına değerdi. Tabi ki hiçbirimiz yıllar sonra o bayrağın nerelerde açılacağını tahmin edemiyorduk. İşte bu yazı, üst tarafta fotoğrafını gördüğünüz KARŞIYAKA EVERYWHERE bayrağının maceralarından İngiltere'de geçenini konu almaktadır.
Lise birin sonu. İzmir Adnan Menderes Havalanı'ndan Londra Heathrow Havalanı'na kalkan uçaktaki yaklaşık ikiyüz yolcu arasından ikisi, çantalarında taşıdıkları eşyalar açısından diğer 198'inden oldukça farklıydı. Peki kimdi bu ikili? Bu kişilerden biri bendeniz diğeri ise 17 yıllık Karşıyakalık eğitimini başaralı şekilde tamamlamış şimdi de diplomayı almak üzere Londra'ya uçan Gürhan Çevikel idi. Peki neden faklıydı bu ikili? Çünkü çantalarında beş metreye iki metre boyutlarında, üzerinde KARŞIYAKA EVERYWHERE yazılı olan kutsal bir bayrak taşımaktaydılar. Tabi ki onlara dışardan bakan birisine göre onlar oldukça sıradan insanlardı. Ancak hissettikleri ve yapacaklarıyla hiçte sıradan sayılmazlardı.

Uçak havaalanına indi, kalınacak yere yerleşildi, Londra keşfi yapıldı falan filan... Maceranın bu kısmı bu yazının amacıyla uyuşmadığından bu kısımları geçelim ve bayrağın macerasına dönelim.

İkilinin Londra'ya geldiği tarihi hatırlamakta fayda var: Temmuz 1996. Ve bu ay Londra'da gerçekleşecek olan uluslararası bir futbol organizasyonunu hatırlayalım: 96 Avrupa Futbol Şampiyonası.

Karşıyaka'ya, kutsal topraklara geri dönelim... Londra'ya gitmeye karar verdiğimiz günlerin birinde. Churchill'de demlendiğimiz akşamların birinde aklımıza gelmişti bu fikir: Yeni yaptırdığımız KARŞIYAKA EVERYWHERE bayrağı Avrupa Futbol Şampiyonası finalinde dalgalanmalıydı. Gerçi o sene Türkiye'de katılmıştı finallere ama Türkiye'nin final oynama şansını gözardı etmek yanlış olmazdı. Dolayısıyla final maçı kimle kim arasında olursa olsun, o bayrak açılacak ve Wembley Stadyumu Kaf Sin Kaf sesleriyle inletilecekti. Beyin fırtınası yapıldı, olular, olmazlar tartışıldı ve oy birliğiyle kabul edildi...

Londra'ya geri dönelim...Finalin tarafları belli olmuştu: Almanya-Çek Cumhuriyeti. Tahmin ettiğiniz gibi biz mazlumdan yana tavrımızı ortaya koyarak Çek Cumhuriyeti tarafında oturmaya karar vermiştik. Karşıyaka'dan başkasını asla desteklemezdik ama Almanlar'dansa Çekler'le aynı tribünü paylaşmayı tercih ederdik. Bu arada planımız netleşmeye başlamıştı. Hatta amacımızı ilerletmiş, kendimizi bir şekilde dikkat çekici hale getirip, bayrağımızı tüm dünyaya ve dolayısıyla Türkiye'ye göstermeyi planlıyorduk. Olası planlar arasında bayrağı kale arkalarına asmak, sahaya inip bayrakla bir tur atmak ya da daha olası bir plan olan maça giderken saçlarımız boyayıp "televizyon kameralarına yakalanan ilginç futbol severlerden olmak" vardı.

Maçtan iki hafta önce Wembley'e gidip kale arkası olan Çek tribünündeki maç biletimizi aldık. Ve olay mahalini önceden görmüş olduk. Aslını istersiniz stadın büyüklük açısından İzmir Atatürk'ten büyük olduğunu söylemek mümkün değildi. Ancak modernlik açısından İzmir Hilton'la kıyaslanabilirdi. Neyse, biz biletlerimizi aldık ve eve dönerken yolda tezgahta satılan yeşil kırmızı saç boyalarını da cebimize yerleştirdik. Artık maç gününü beklemekten başka bir şey kalmamıştı...

Maç günü geldi çattı. Ben üzerime Altobelli Rıza'nın sekiz numaralı formasını giymiştim. Gürhan'da ise Londra'ya gelmeden önce klübe uğrayıp aldığımız Voleybol takımı t-shirt'lerinden vardı. Sprey boyalar ve bayrak büyükçe bir çantaya kondu ve Wembley'e doğru yola çıkıldı. Victoria İstasyonu'ndan Wembley'e giden metroya bindiğimizde metrodaki hemen herkesin bizim gibi maça gittiğini fark etmek hiç de zor olmadı. Büyük çoğunluk, kırmızı-siyah-sarı çizgili beyaz Alman forması giymiş olan Almanlardı. Geriye kalanı ise gündelik giyinmeyi tercih etmiş İngilizler ya da başka memleketlerden insanlardı. Başka bir değişle bizden başka Yeşil-Kırmızı formalı kimse yoktu. Metroya ilk girdiğimizde bu farkımız ilginç bakışları üzerimizde toplamamıza neden oldu. Boş bulduğumuz ilk yere oturduk. Ve bu sefer de karşımızda oturmakta olan, İngiliz olduğu herşeyinden belli yaşlıca adamın dikkatlice formalarımızı incelediğini fark ettik. Adam Galatasaraylı mı olduğumuzu sordu. Kesinlikle olmadığımızı ve hatta kendisinden hiç de hoşlanmadığımız söyledik. Adam formamdaki Karşıyaka logosondaki ay-yıldızı görüp Türkiye'den olduğumuzu ve Türkiye'den yalnızca Galatasaray'ı bildiğini söyledi. Galatasaray'ın Manchester'i elediği sene olduğunu hatırlatmamda fayda var. O an adama niye Galatasaray'ı sevmediğimizi, Kahpe Bizans'ı ya da Türkiye'nin futbol oligarşisini anlatabilirdik. Ama adamın "İngiltere'nin Fenerbahçesi" olan Chelsea taraftarı olduğunu öğrenince bizi kesinlikle anlayamayacağını düşündük ve bizi anlasa anlasa bir Bradford taraftarının ya da belki bir Crystal Palace taraftarının anlayabileceğine karar verdik.

Wembley metro durağına geldiğimizde, metronun kapıları elektronik bir sesle açılırken içimizde Churchill'de temellerini attığımız, Londra'da ilerlettiğimiz ve Wembley'de son bulacak planımızı gerçekleştirmeye çok az kalmış olmasının heyecanı vardı. Ve Stadın yanına gelmiştik. İnanın hiçbir karmaşa ya da bizim maçlarda görmeye alıştığımız yoğunluk görünmüyordu. Acaba stad boş mu kalacak diye sormaktan alamadık kendimizi.

Çantamızda 5x2 boyutlarında bir bayrak ile yeşil-kırmızı spreylerin olmasının verdiği gerginlikle, yüzlerce giriş kapısından bizimkine yaklaştık. İçeri girerken çantada ne olduğunu sordular, bayrağı gösterdik. Tabii ki spreyleri göstermedik. "Yeşil-kırmızı bir bayrağın bu maçla ne alakası var?" dercesine yüzümüze bakan güvenlik görevlisinin yanından içeriye süzüldük. Şimdi saçları boyamanın tam zamanıydı. Peki bunu nerede ve nasıl yapacaktık? Tahmin ettiğiniz üzere ne Wembley stadyumuna daha önce gelmiştik, ne de saçımızı daha önce yeşil kırmızıya boyamıştık. Bir tuvalet bulduk ve daracık kabine ikimiz birden girdik. Tuvaletteki diğer insanların aynı kabine aynı anda giren iki erkek hakkında ne düşündüğünü tahmin etmek çok da güç değil! Ama başka çare yoktu. Ortalıkta bir yerde yapmaya kalksak, herhangi bir güvenlik bizi görebilir ve spreyleri elimizden alabilirdi. Sonuçta sırayla önce Gürhan benim kafamı, sonra ben onunkini özenle boyadım kutsal renklere. Birbirimizi o şekilde gördüğümüzde bir süre güldük, sonra da içgüdüsel olarak tuvaleti Kaf-Kaf sesleriyle inlettik.

Saçlar hazırdı. Artık çıkabilirdik. Tuvaletten çıkıp tribünlere doğru yöneldiğimizde bize doğru yönelen "Kim bunlar ya? Portekiz finale kalamadı ki!" bakışlarından artık rahatsız olmuyorduk. Bizim ne final maçıyla ne Çek Cumhuriyeti' yle ne Almanlar' la ne de Portekiz'le pek alakamız yoktu. Biz sadece Wembley Stadyumu'nu ve bir Avrupa Kupası Finalini Karşıyaka' mızla tanıştırmaya gelmiştik.

Nereye oturacağımız bulup bir an önce bayrağımızı en uygun yere asmayı düşünürken, güzeller güzeli bir İngiliz görevli bayan gelip biletimizi gösterirsek bize yerimize kadar eşlik edeceğini söyledi. Adeta sinemalardaki yer göstericiler gibi bayan önde biz arkasında yerimize geldik. Acaba bahşiş vermek gerekir mi diye düşünürken, bizlere iyi seyirler dileyen huri yanımızdan ayrıldı.

İşte Wembley Stadı... Kale arkasının çaprazında, orta yükseklikte olan yerimiz fena değildi. Her ne kadar Çek triübünü olarak bilet almış olsak da, büyük çoğunluğun bizim gibi tarafsızlardan olduğunu gördük. İlk planı yani bayrağı kale arkasına, kameraların görebileceği bir yere asma planın uygulamak üzere tribünün en alt tarafına doğru hareketlendik. Sahaya en yakın yere geldiğimizde planımızın suya düştüğünü anladık. Çünkü fosforlu yeşil ve turuncu montlar giymiş güvenlik görevlileri, kimseyi en alt sıraya indirmiyor ve bayrak asmanın mümkün olmadığını söylüyorlardı. O zaman yerimize çıkıp oralarda uygun bir yerde açmalıydık bayrağı. Yukarı çıkıp en uygun mekanı ararken, doğru yer bulduk. Alsancak'taki açık tribünü düşünün. Ve Çarşının orada nerede durduğunu. Tribünün alt tarafındaki tuvaletlerin büfelerin falan bulunduğu yerden tribüne çıkış kapısının hemen üstü. İşte bizde Wembley kale arkasında aynı şeyi yapabilirdik. Hemen oraya doğru yöneldik. Artık Wembley'i dolduran 60bin kişinin, Wembley'in çimlerinin, skorbordunun, sahada koşuşmakta olan Çek ve Alman oyuncuların ve belki de televizyon başındaki milyonların KARŞIYAKA'yla tanışma vakti gelmişti. Bayrağımız çıkardık çantadan. Ve Gürhan bir ucundan ben bir ucundan tek elimizle tutup diğer elimizi sallayarak haykırmaya başladık: Kaf Kaf Kaf Sin Sin Sin Kaf Sin Kaf Sin Kaf! Boğazlarımızdaki damarlar patlarcasına bağırıyorduk. Daha önce hiç bağırmadığımız kadar bağırıyorduk. Çevremizdeki yüz iki yüz kişilik sakin kalabalık ne olduğunu anlayamamış gözlerle bize bakıyordu. Biz ise hiç durmadan bağırıyorduk. Bu arada maç başlıyordu, futbolcular mücadele ediyordu, goller oluyordu ama biz sanki başka bir yerdeymişçesine, olup bitenle hiç ilgilenmeden bağırıyorduk: Göztepe nerde, hani nerde, Wembley'de yooook! O sırada kendimi çok farklı hissediyordum. Acaba şu stadda bizden başka, kendi ülkesini değil de tuttuğu klübü desteklemek için boyanmış, 1000 kilometre uzaktan koca bir bayrak getirmiş, kendini bizim gibi helak etmiş olan var mıdır diye. Ama üzerimde Altobelli Rıza'nın forması kalbimde Karşıyaka aşkı varken, ben bu 60bin kişiden zaten farklıydım ki. Ben Karşıyakalı'ydım, Biz Karşıyakalı'ydık...

Sonra mı ne oldu? Sonra biz bayrağımızı fotoğrafta ayakta durduğumuz tere astık. Maçın sonlarında yorgunluktan ölmüş bir şekilde koltuklarımıza yığılmış bir şekilde Almanlar'ın altın golünü, kupayı kaldırışlarını, stadın boşalışını izledik. Stad boşalırken son bir kez daha Kaf-Kaf çekip Wembley' e elveda ettik. Bu arada bizim tribündeki bir sürü insanın yanımıza gelip nereli olduğumuzu sormalarını, onlara Türkiye'den Karşıyakalı olduğumuzu anlatmamızı ya da bir çok insanın bizim yaptığımız gibi Kaf-Kaf çekmeye çalıştığını tahmin etmişsinizdir herhalde. Ya sonra? Sonra bir puba gidip yeşil-kırmızı kafalarımızla bu güzel geceyi kutladık. Ertesi sabah ev sahibimiz maçı izlerken televizyonda Gürhan'ı gördüğünü söyledi. Yani planımız işe yaramıştı. Türkiye'de olmasa bile İngiltere'de maçı televizyondan izleyen her insan yeşil-kırmızı ve Karşıyaka' yla tanışmıştı. Özetle görev tamamlanmıştı.

Şimdi altı yıl önce dönüp o günü hatırladığımda kendimle Gürhan'la gurur duymamak elde değil. Peki bayrak şu an ne yapıyor?

Onu en son Gençlerbirliği ve Ankaragücü' nün Ankara'da Göztepe'yle oynadığı maçlarda tabi ki Göztepe olmayan tribünlerde görüm. Yani o da aynı yolda devam ediyor...

Bu arada unutmadan söyleyeyim: yaz aylarında yolu Güney Kore ya da Japonya'ya düşecek olan varsa bayrağı ona ulaştırabilirim....

2 Haziran 2010 Çarşamba

Karşıyaka, Karşıyakalılarındır


Bugün bir siyasi partiye gidin, belli bir mevkiye gelme şansınız var mı?


Hayır, bu imkansızdır. Partilerde koltukların sahipleri bellidir ve yeni gelenlerin yer bulmaları imkansızdır.
Tıpkı Karşıyaka Spor Kulübü gibi…
İşte bu yazı Karşıyaka Spor Kulübü’nden uzaklaştırılmış, kulübünden soğutulmuş, kulübüne hasret çeken binlerce Karşıyakalı adına yazılmıştır.
Geçen haftadan beri neler oldu neler?
Bakın ne dediler?
Birleştirici bir yönetim kurulu listesi hazırlanmış.
Bu yönetim listesi birleştiriciymiş. Öyle dediler.
Ben de günlerdir saf saf bu birleştirici listeye bakıyorum.
Sadece ben değil herkes bu birleştirici listeye bakıyor bakıyor ama bu listede kimin kiminle birleştiğini anlamıyor.
Gerçek şu arkadaşlar: Kimsenin kimseyle birleştiği falan yok.
Bu listeyi hazırlayanlar Karşıyaka’yı tanımadıkları için, Karşıyaka’yı dar çevrelerinden ibaret sandıkları için, KSK için değil parasını, hayatını verecek bir sürü insan olduğunu bilmiyorlar bile.
Dünyanın her tarafında Karşıyaka’yı omuzlayacak binlerce insan var ve onlar bu gerçeğin farkında değiller.
Vizyonları yok. İnsanların Türkiye’de ve CHP’de olduğu gibi Karşıyaka Spor Kulübü’nde de değişim ve yenilik istediğini göremiyorlar.
Haydi bakalım soralım şimdi: Karşıyaka Belediye Başkanı görevi başında Karşıyaka için ne yaptı? Hangi başarısı var? Çıkın sokağa sorun insanlara.
Korkunç bir başarısızlık var ortada. KSK’deki başarısızlık ayrı ha. Ortada bir belediyecilik faciası var.
AKP’ye karşı verilen oyları kendilerine verildiğini zannetme, kendilerini herkesten üstün görme, kimseyi umursamama ve herkese rest çekme durumu söz konusu.
Hep aynı isimlerle kurulan yönetim kurulları…Hep şerefli lige çıkamamalar….Coşkun Özarı tarzı şerefli yenilgiler….Kurulamayan sistem…Her sene yeşil-kırmızı hüsran…Dünya aleme rezil olma…
* * * * * *
Yönetim kurulu listesinde Karşıyakalı sivil toplum örgütlerinden hiç kimse yok.
Hiçbir siyasi parti açılımı yok.
Tabii canım MHP’li, AKP’li, DP’li, TDH’li KSK’li olur mu?
Haşa olmaz.
KSK’li dediğin sadece CHP’nin bir kanadından olur…
İşadamları derneklerinin hiç biri yok.
KASİAD yok, ŞEFİAD , DEGONED yok…
Sivil toplum örgütleri yok.
Yok oğlu yok…
Belediye başkanı ve onun seçtiği bir kaç kişi.
Başka da bir şey yok.
Birleştirici listeye bakar mısınız Allah aşkına?
Hadi bakalım bu listenin kimi birleştirdiğini oturup söylesinler.
Bu liste Karşıyakalıları “Benden olan-benden olmayan” diye bölen belediye başkanının listesi.
Bu liste biz Karşıyakalıların listesi değil.
Bu liste Karşıyakalıları kalbinden vuran bir listedir.
Bu liste kulübümüzü 2010’lu yıllarda taşıyacak bu liste değildir.
Bu kulübün futbolcu taraması gibi yönetici taraması yapma şansı yok mudur?
Ben yurt içinde ülkenin her yerinde öyle Karşıyakalılarla tanışıyorum ki….
Şaşırıp kalıyorum.
Ama bunların ortaya çıkarılması için “Küçük olsun benim olsun” şeklinde gerçekleşen kulüp yönetme tarzının bırakılması lazım.
* * * * * *
İşte tam burada ben dahil olmak üzere bu kulübe yıllarını vermiş tüm Karşıyakalılara hepimize yazıklar olsun.
Yıllardır tüm Karşıyakalılar birbirimizle kavga ederek ve de bölünerek KSK’yı işte bu listeye bıraktık.
Bu kulübün eski başkanları var. Ortada yoklar. Eski yöneticileri var. Ortada yoklar. Eski futbolcuları var, ortada yoklar.
Ortada kimse yok ve bu oyun artık benim canımı sıkmaya başladı. .
Bu camianın deneyimli insanlarıyla oturun konuşun onlara fikir danışın. Ne yapacağınıza karar verin. Olması gereken bu değil mi?
* * * * * *
Kaç gündür sokaklarda insanlarla konuşuyorum.
Herkeste büyük bir burukluk ve şaşkınlık var.
Önümüze yönetim kurulu olarak çıkarılan listeyle bir bağ kuramıyorlar.
Ama bu liste biz tüm Karşıyakalılara müstahak.
Biz Karşıyakalılar olarak birleşemedik, bir araya gelemedik ve bu listeye mahkum olduk.
Sonuçta Karşıyakalılar olarak kendi kulübümüzde üçüncü sınıf insan hale geldik.
Bu tabloya bakınca insanın içinden ne genel kurula gelmek ne de oy kullanmak geliyor.
İşte bu yazı bu nedenle kulübüyle bağlantısı kesilmiş, kulübünden soğutulmuş, kulübüne uzak durmayı seçen, vizyon sahibi tüm Karşıyakalılar adına yazılmıştır.
Ben Karşıyakalıların hislerine tercüman oluyorum.
Kulübümüzü yönetmek üzere seçilen yönetim kurulu listesinin üzerini çiziyorum.
Aralarında arkadaşlarım olmasına rağmen listenin tamamının üzerini çiziyorum.

* * * * * *
Çünkü bu liste benim listem değil.
Oysa genel kuruldan önce belediyeden bir arkadaşıma çarşıda dedim ki
“Yanlış yoldasınız. Herkesi düşman olarak gördünüz. Herkesi kamplaştırdınız. İnsanlardan nefret ettiniz. Bugün karşınızda Karşıyaka var. Aldığınız oyun sizin başarınıza verildiğini sandınız. Kaybettiniz ve Karşıyaka’ya zaman kaybettiriyorsunuz.”
Devam ettim…
“Yapmayın. Yanlıştan dönün. Büyük bir yemek verin. Herkesi çağırın. İnsan ayırt etmeyin. İnsanları birleştirin” dedim.
Cevap olarak;
“Tamam ben başkanla konuşurum” dedi.
Ne oldu? Cevap olarak belediye başkanı bizim Sancar Maruflu için düzenlediğimiz yemeğe

* * * * * *.
Biz başkanken Cenk Karace’ye de söylemediğimizi bırakmadık, kendisini en ağır şekilde eleştirdik ama şimdi baktığımızda Cenk’in medeni tavrını alkışlamama imkanı yok.
Allah’ı var, ne söylersek söyledik ama en azından konuşabildik hala da konuşuyoruz.
Kin tutmadı. Telefon ettik, Sancar Ağabey’in yemeğine en önce o destek verdi.
Neden? Çünkü Karşıyakalı ve bizim ruhumuzdan anlıyor. Bizim kötü düşünmeyeceğimizi ve en az kendisi kadar Karşıyaka’yı sevdiğimizi biliyor.
Belediye başkanının bu tavrı, bu insanlara bakış açısı, Sancar Maruflu gibi bir insanı hiçe sayışı nedendir arkadaşlar?
Sadece KSK yönetim kurulu için değil gerçek hayatta bir çok Karşıyakalının isminin üstü çizilmiş durumda.
Belediye başkanı birleştirici değil ki liste birleştirici olsun.
* * * * * *
Yapacağımız tek bir şey var.
Bu yönetim kurulundan uzak durmak.
Kulübünden uzak duran Karşıyakalıların listesi her geçen gün artıyor.
Amaç şudur. “Büyük olsun herkesin olsun” Olan ise “Küçük olsun benim olsun” dur.
Biz artık büyük bir Karşıyaka istiyoruz.
Büyük olan ve büyük düşünen Karşıyaka…
Geleceğin bizim olacağını herkes görecek.
Karşıyaka Karşıyakalılarındır….

Rıdvan : Ben Karşıyaka'lıyım !


Rıdvan : Ben Karşıyaka'lıyım !
ÖZEL RÖPORTAJ

"Şampiyon Yap Bizi, Cehennemde Yak Bizi" sloganıyla tanıştık onunla...
Oynattığı oyunla, 5-2'lik Göztepe galibiyetiyle pekişti tribünlerin sevgisi...
Karşıyaka'da görev almasa da O da artık Karşıyaka'lıydı ayrılırken...
O canlı yayında Karşıyaka diyordu, Karşıyaka'da evlerden Kaf-Kaf sesleri yükseliyordu...
2012'de KSK'nin şampiyon olmasını isterim demişti de belki de bu sezon tüm maçlarımızda söylediğimiz marşın ilham kaynaklarından biri olmuştu : 2012'de Şampiyonlar Ligi'nde...
Herkes tanıyordu O'nu ama Karşıyaka'lı bir ayrı tanıyordu şeytanı...


Rıdvan Dilmen


Merak ettiklerinizi Rıdvan Hoca'ya İstanbul'da sorduk, umarız keyifle okursunuz, çünkü biz O'nla konuşurken çok keyif aldık...

YeşilKırmızı Ekibi : Öncelikle tribünlerin siz gittikten sonra bile söylediği "Şampiyon yap bizi, cehennemde yak bizi" tezahüratı sizin için ne anlam ifade ediyor ?
Rıdvan Dilmen : Kişisel olarak inanılmaz mutlu oluyorum. Tribünlerin beni bu derece sevmesi tabii ki güzel bir olay. Fakat ardımdan hala şampiyonluk tezahüratları devam ediyorsa burada bir problem var demektir. Bu olaya bir Karşıyaka'lı oalrak üzülüyorum. Nedeni ise örneğin Fenerbahçe'de de yıllarca "Ali Şen Başkan,FB Şampiyon" diye bağırıldı. Ama ne zaman Aziz Yıldırım ile başarı geldi, taraftarlar yine Ali Şen'i sevmesine rağmen bu tezahüratı kesti. Demek istediğim umarım KSK'de her şey yolunda gider, başarı gelir bu tezahüratlar biter. Zaten bizim Karşıyaka'lılarla karşılıklı sevgimiz devam edecek.

YeşilKırmızı Ekibi : Karşıyaka ile tanışma maceranız nasıl oldu ? Daha sonrasında sizin için KSK'yi farklı kılan noktalar nelerdi ?
Rıdvan Dilmen : Öncelikle profesyoneliz, her gittiğimiz çalıştığımız kulübü severiz. X kulübünde de çalışsan oraya karşı bir sevgin olur, çünkü ekmeğini yiyorsun o kulübün. Fakat Karşıyaka ile bu sevgi daha bir farklı oldu. Ben KSK'yi gerçekten çok sevdim ve seviyorum. Ben kendi açımdan da Karşıyaka'yı yeni bir başlangıç olarak göreve gelmiştim. Zaten futbolculuk dönemimde de Karşıyaka'ya karşı oynarken deplasmanlar farklıydı, bir çekince olurdu takımda.

Teknik direktör olarak tanışmama gelirsek televizyonda çalışırken antrenörlük yapmak kafamda yoktu. Teklif Karşıyaka'dan olunca heyecanlandım açıkçası ve kabul ettim.

YeşilKırmızı Ekibi : O dönemden biraz bahseder misiniz?
Rıdvan Dilmen : Ben o dönem göreve gelirken bir hedef istedim ve bir koşulum daha vardı o da iki yıllık anlaşma yapmak. İlk geldiğimde kulübün ekonomik yapısı kötüydü, biz de bütçe doğrultusunda ekonomik olarak küçülüp bir sonraki sezonu hedefledik. İlk çıktığım maçtaki 11 oyuncudan 10'u ikinci devre başlarken takımda yoktu, büyük bir kadro değişimi yaşadık. Yani riskli bir yapılanmaya girdik.

İkinci devre oynadığımız her maç final olacaktı, biz yeni ve genç bir kadro ile mücadele edecektik.
Emrah transferi gerçekleşti, 150 milyar para kazandı kulübümüz. Hayatında profesyonel olmamış altyapıdan Ufuk, Fenerbahçe'den Can Arat, Turhan, Olcan ve Feridun gibi genç isimler kadroya dahil oldu. Şimdi biliyorsunuz Can Arat milli takıma kadar yükseldi. Bu oyuncuların hepsi ile peşin para almadan maç başına ücretlerle anlaşıldı ve durum itibari ile başarılı bir yarım dönem de geçmişti. Çünkü o dönem için başarı kümede kalmamız olarak görünüyordu.





YeşilKırmızı Ekibi : Başarılı sonuçlar gelince hedefte değişmeler oldu mu ?
Rıdvan Dilmen : Biz üç maç üst üste kazandık ve Altay maçına çıktık. Üstün oynamamıza rağmen Altay Ümit ile nerdeyse tek atağında golü buldu ve maçı kaybettik. Eğer biz o maçı kaybetmeseydik hedefimiz daha yukarılar olacaktı. Bu mağlubiyetten sonra hedefimiz tekrar değişti ve gençlere yöneldik. Alt yapıdan kaleci Murat'ı kullanmaya başladık örneğin. O seneyi gelecek sezonun planlarını kurarak o sezonu idare ettik.

YeşilKırmızı Ekibi : Sonrasında ayrılma geldi, bunun nedeni neydi ?
Rıdvan Dilmen : Cenk Karace hem iyi bir insan, hem de iyi bir arkadaştır. Cenk Karace o dönem ben yokum dedi, bu belki başlangıç oldu. Karşıyaka camiasına çok teşekkür ederim, ben çok güzel günler geçirdim fakat ayrılışla kariyerimden iki sene heba oldu aslında. Çünkü ben gelecek sezon için kafamdaki futbolcularla Cenk Karace'den oluşması beklenen bütçeyi öğrenip anlaşmıştım, planlarımı yapmıştım. O dönem Karşıyaka'da işler biraz günlük işliyordu, yarınlar tam olarak planlanmıyordu. Eğer bu mantık devam ediyorsa kulübümüzün işi zor olur.

YeşilKırmızı Ekibi : Siz de bahsettiniz KSK'de son yıllarda bir ekonomik kriz devam etmekte. Bunla ilgili düşünceleriniz nelerdir ?
Rıdvan Dilmen : Sayın Selçuk Yaşar Bey, Karşıyaka'ya Türkiye'de hiç bir iş adamının vermeyeceği bir maddi destek veriyor. Bu çok önemli, tüm camia tekrar O'na teşekkür etmeli. Fakat bu maddi kaynaklar yanlış kullanıldı ise kendisinin de önlemler alması gerektiğini düşünüyorum. Tahminimce de alınıyordur. Karşıyaka'da 0 borç olması gerekirken borçlar problem oluyor, bunların önüne doğru para kullanımları ile engellenmesi gerekir.





Oyuncu tercihleri çok önemli, bu büyük ölçü de antrenörle alakalı. Önümüzde güncel bir Anelka örneği var. Fenerbahçe, milyon dolarlar yatırım yaparak Anelka'yı aldı fakat verim alamadı. Bundan dolayı bütçeyi doğru şekilde doğru oyunculara kullanmak önemli bir nokta. Benim tercihim daha çok genç ve yetenekli oyunculardan yanadır. Adana'yı çalıştırırken Necati'yi Altay'dan transfer ettirmiştim, şu an kalitesi ortada. Aynı zamanda Ümit Aydın ve Murat Şahin'i de Adana'da yaratmıştım.

YeşilKırmızı Ekibi : Belediyelerin Anadolu takımlarına verdği destekler ortada. Sizce Karşıyaka Belediyesi KSK için neler yapabilir ?
Rıdvan Dilmen : Sivas, Antalya, Kayseri hepsi Süper Lig'de. Belediyelerden gelen destekler bu kulüpler için tabii önemli. Ama bildiğim kadarıyla bu sene İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İTO gibi kuruluşlar da destek verdiler. Mutlaka faydası olmuştur. Ama bu noktada dikkat edilmesi gereken konu, belediyelerin sezon başından kulüplere ne kadar destek vereceğini belirtmesi gerekliliğidir. Başarıya göre destek yerine sezon öncesinden belediye ve diğer kurumlar kulüplere ayıracağı bütçeyi belirlerse daha faydalı olur.

Bence, Karşıyaka Belediyesi'nin kulübe yapacağı en büyük destek stadın yapılmasıdır. Alsancak Stadı maalesef deplasman havasının tam olarak yaratılamadığı bir stad. Karşıyaka orada ev sahibi gibi oynayamıyor. İddia ediyorum ki KSK kendi stadında yapacağı 17 maçın 14'ünü kazanır ve Süper Lig'e çıkar. Karşıyaka Belediye Başkanı sayın Durak, gerekirse para desteği sağlamasın ama stadı mutlaka yapsın. Stadı yaparsa evimi Karşıyaka'ya taşıyıp O'na oy vereceğim.





YeşilKırmızı Ekibi : İleride Karşıyaka'da yaşamayı düşünüyor musunuz?
Rıdvan Dilmen : Eşimi ikna edebilsem geleceğim. Şaka bir yana işler dolayısıyla mümkün değil gibi. Karşıyaka'da antrenör olarak görev almak çok onur verici bir duygu ve kıskanılacak bir durum. Bir gün mutlaka o görevi tekrar üstleneceğime inanıyorum. O zaman zaten Karşıyaka'da yaşayacağım, kızım da çok seviyor. Hatta Kaf-Kaf bile çeker hala.

YeşilKırmızı Ekibi : Ayrılışınızdan sonra tekrar göreve dönmeniz gündeme gelmişti ?
Rıdvan Dilmen : Evet, Levent Bey teklif getirmişti ama benim tazminat problemim vardı. Eğer tazminatım KSK'nin bütçesini sarmayacak düzeyde olsaydı, benim açımdan bir problem yoktu. KSK'ye ilk gelişimde de para konusunu problem yapmamıştım, ikinci girişimde de yapmadım.

YeşilKırmızı Ekibi : Takımımızın bu seneki şansını nasıl görüyorsunuz ?
Rıdvan Dilmen : Takımımızın başında son derece dürüst ve düzgün bir hoca var. Feyyaz futbolculuk döneminden de arkadaşımdır, daha önemlisi son derece iyi bir insandır. Yönetimimizin Feyyaz'la devam kararı da son derece yerinde bir karardır.

Genel olarak gözlemlediğim ise hedefin şampiyonluk olmadığı yönünde. Lig A'da abartıldığı kadar kaliteli bir lig değil bana göre. Umarım herşey yolunda gider ve KSK layık olduğu yerlere gelir.





YeşilKırmızı Ekibi : Peki siz bu sezon takım çalıştıracak mısınız?
Rıdvan Dilmen : Hayır, pek çok takımla görüştüm fakat kafama tam uymadı açıkçası. Süper Lig'de bir takımda yedincilik hedefi ile görev almaktansa KSK'yi Süper Lig'e taşımayı tercih ederim. Bu sene de televizyon programlarına devam edeceğim.

YeşilKırmızı Ekibi : Karşıyaka'nın gerçek yeri Süper Lig midir sizce ?
Rıdvan Dilmen : Kesinlikle Süper Lig'dir. Karşıyaka şampiyonluğa oynayarak gerçek yerine gelmelidir. Türkiye'de çok az sayıda takımda böyle bir seyirci potansiyeli var. KSK bir maden, orada uyuyan bir aslan yatıyor. Bu maden işlenmeli, aslan uyanmalı. Karşıyaka'nın Süper Lig'de yer alamaması kayıptan öte bir ayıp.

YeşilKırmızı Ekibi : Tekrar teknik direktörlük döneminize dönersek KSK'nin başındayken unutamadığınız maç hangisiydi ?
Rıdvan Dilmen : Göztepe maçı olarak tahmin ediyorsunuz belki ama Alsancak Stadı'nda oynadığımız Ç.Dardanel maçı. Çok iyi oynamıştık fakat 0-0 bitmişti maç ve taraftarlarımız bizi alkışlamıştı. Başarısızlığı hiç sevmeyen Karşıyaka'lıların beraberliğe rağmen takımı alkışlaması beni çok etkilemişti. Demek ki oynadığımız oyun onları tatmin etmiş, bu beni çok sevindirmişti.

YeşilKırmızı Ekibi : Göztepe maçı demişken o maçta neler hissetmiştiniz ?
Rıdvan Dilmen : Görev almadan önce de maçların ne kadar gergin ve heyecanlı geçtiğini biliyordum. Fakat içinde olmak ayrı bir duygu. Maç sabahı Selçuk Bey tesislere gelmişti. Binlerce taraftar da tesislere gelip destek vermişti. Maç esnasında 2-0 geriye düştüğümüzde bile maçı kazanacağımıza inanıyordum. Biz o gün abartmıyorum maçı 10-2 gibi bir skorla da kazanabilirdik. KSK için önemli ve tarihi bir skora imza attıysak ne mutu bize.





YeşilKırmızı Ekibi : Daha genel bir soru ile devam edelim. Karşıyaka diyince sizde nasıl duygular uyanıyor ?
Rıdvan Dilmen : Ben Karşıyaka'lıyım, kim ne zaman sorarsa zaten bunu belirtiyorum. Ben Karşıyaka'da kısa bir dönem çalıştım ama bu biraz da elektrik işi. Oyunsal anlamda tat verdik, taraftarlar bizi sevdi, ben de onları. Cidden hepsini çok seviyorum. Karşıyaka camiasından kimseyle bir problemim olmadı. Bunlar hep güzel şeyler.

Mesela geçen sene bir maçta TV'den basket maçını izliyorum dışarıda, KSK'liler yine şov yapıyordu tribünde, etrafımdakilere hava attım bakın dedim taraftar görün, ben boşuna Karşıyaka'lıyım demiyorum dedim. Bir tişörtüm var Karşıyaka amblemli halı saha da o tişörtle oynuyorum.

YeşilKırmızı Ekibi : Peki ya 35 ½ ?
Rıdvan Dilmen : Telefon numaramı seçerken özellikle içinde 355 olmasını istedimki 35,5 çağrışımı olsun, nuamramı her söylediğimde anayım.

YeşilKırmızı Ekibi : Son olarak taraftarlarımıza mesajınız nedir ?
Rıdvan Dilmen : Zaten her zaman takımlarının yanındalar. Ben de geçen sene İstanbul maçına gelmiştim burada. Desteklerine mutlaka her koşulda devam etsinler, hedef yok diye takımı yalnız bırakmasınlar. Büyük bir camia olduklarını bilsinler.

Rıdvan Dilmen'e bize vakit ayırdığı ve samimi sohbeti için çok teşekkür ederiz.

Not :İstanbul'dan arkadaşımız Murat Göksedef'e bu özel röportaja olan katkılarından dolayı ayrıca teşekkürler

Erhan ÖZALP: Bir Büyük KARŞIYAKALI


Transferin en gözde futbolcularından birisiydi... Fenerbahçeli yöneticiler transfer görüşmesine geldiğinde rahmetli Gode Cengiz “Sana Başka Forma Yakışmaz” dedi.
Karşıyaka’nın efsanevi futbolcusu Kaptan Büyük Erhan bu söz üzerine Karşıyaka’da kaldı.
Rahmetli Gazcı Erol ile transfer masasına oturduğunda “Ücreti siz taktir edin” dedi.
Pazarlık yapmadan Karşıyaka formasını giydi.
Eski başkanlar, eski yöneticiler ve eski futbolcular farklıydı. Onlar için önce giydikleri formanın kutsallığı önemliydi..
Onlar birer efsaneydi ve hep Karşıyaka’nın efsanevi futbolcuları arasında yer alacaklar.


Futbola nasıl başladınız. Karşıyaka’ ya gelene kadar nerelerde oynadınız ?

Erhan Özalp: 1968 yılında Vefa Genç takımında futbola başladım. İlk hocam Metin Türel idi. 17 yaşında Düzcespor’da 2.Türkiye liginde profesyonel oldum.
1974 yılında Zonguldakspor ile 1.lige transfer oldum. 1974-75 sezonu ligin ilk yarısı bittiğinde Türk futbolunun önemli isimleri İslam Çupi önderliğinde Necmi Tanyolaç gibi yazarların da olduğu jüri tarafından ligin en iyi beş oyuncusundan biri seçildim.
Ligin en iyi beş futbolcusu arasında olmak bana çok büyük bir onur vermişti ancak aynı sezonda ikinci yarının başlamasına bir hafta kala Ümit Milli Takım aday kadrosundayken Bursasporla oynadığımız Türkiye kupası maçının 15. dakikasında ayağım kırılarak sezonu kapattım.
Askerlik dönemimde iki yıl Denizlispor’da kiralık oynadım. 1977 yılında tekrar Zonguldakspor’a döndüm. 1979-80’de tekrar Denizlispor’a gittim.

Enteresan bir Karşıyaka’ ya geliş hikayeniz var.

Erhan Özalp: 1980’de Karşıyaka’ya geldim. Gündüz Tekin Onay Bursaspor teknik direktörüydü. Daha öncede birlikte çalışmıştık.Transferler Eylül ayında oluyordu. Ligler başlamıştı. KSK’de oynayan Denizli’den takım arkadaşım, kaptanlığını yaptığım Murat ve Cafer’den telefon aldım. İlk uçağa bin hemen İzmir’e gel dediler.
Bursa o zaman 1.Ligdeydi. KSK ise amatör lige düşmüş ve merhum Mazhar Zorlu’nun getirdiği yeni statü sayesinde yeniden 2.lige dönmüştü.
Ligde iki maç oynamış, içerde Manisa, deplasmanda Ödemiş ile berabere kalmıştı. Üçüncü maç öncesinde arkadaşlarımın tavsiyesi ile geldim.
Antrenörler Doğan Emültay ve Turgay Meto idi. Geldiğim gün Çiğli havaalanında rahmetli Cengiz Abi (GODE) karşıladı. Doğrudan Alsancak stadına geçtik. Alsancak Stadında o gün iki maç vardı. KSK-Yeşilova ve Göztepe-Ödemiş… Müthiş bir atmosfer bulunuyordu, etkilenmemek mümkün değildi.
O gün B.Cihan’ın attığı golle maçı 1-0 KSK kazandı. Ertesi günkü transfer görüşmesi de çok ilginçti. Başkan Pertev Molay, 2.Başkan rahmetli Erol Abi (GAZCI) idi. Piyasa değeri yüksek bir oyuncuydum. Cafer daha öncede KSK’de oynamış diye ona sordum. İlginçtir, Cafer bana, Erol Abi’ ye transfer ücretini “Siz takdir edin de” dedi.
Daha önce hiç öyle bir transfer görüşmesi yapmamıştım. Pazarlık yapmadan KSK’li olduk. Beni KSK’li yapan Erol abi, Cengiz abilerim nur içinde yatsınlar.
12 Eylül yaşandığında maçlar bir hafta ertelendi. İlk lig maçım Antalyaspor ile deplasmandaydı. Orda 2-1 galip geldik. Tüm Karşıyaka bir hafta içinde yeşil kırmızı bayraklarla donandı. Birden şehirde büyük bir hava yakalandı.
KSK’de 4 sene oynadım. 1981-82 sezonunda kaptan oldum. Halil Güngördü, Ogün Altıparmak, Suat Mamat, Candan Tarhan, Kadri Aytaç hocalarımla çalıştım.






Karşıyaka’ da en çok sizi cezbeden neydi ?

Erhan Özalp: En çok cazip gelen 1979-80 senesinde amatöre düşen bir dev o sıralar 60-70 kişiye oynayan takım, 80.000 kişilik rekor maçı oynadı.
O sezonun kadrosu, yönetimi, taraftarı unutulması mümkün olmayan günlerdi.
Biz Karşıyaka tribünlerinde tek marş yazılan takımdık.(Bu tesbitde sosyolog Ahmet Talimciler’ e aittir.)

80.000 kişilik maçı bir de sizden dinleyelim mi ?

Erhan Özalp: 80.000 kişilik maç Türkiye’ nin en fazla gol atan takımı Göztepe, en az gol yiyen takımı KSK karşılaşıyordu.
İlk yarıda Atatürk Stadında 1-0 yenmiştik. İkinci maç öncesi her şey bizim için daha rahattı. Atatürk Stadına maçtan 1,5 saat önce gittiğimizi hatırlıyorum. Sahaya çıktığımda tribünlerin yarısı yeşil kırmızı, diğer yarısı sarı-kırmızıydı.
Maçın kalabalık olacağı bekleniyordu ama o derece olacağını biz bile beklemiyorduk. Oyunda genelde Göztepe daha çok pozisyona girdi. Biraz da beraberlik bize yettiği içindi sanırım. Kaleci Ali’nin o günkü muhteşem kurtarışlarını da unutmamak gerekir. Son haftaya 1 puan önde girmiştik. O dönemin en önemli olaylarından biri olarak görmek gerek. Sıkıyönetim zamanıydı ama yine de 80.000 kişi maçı izledi. Kimsenin burnu bile kanamadı.

Futbol oynadığınız zamanda yöneticilerinizle ilişkileriniz nasıldı ?

Erhan Özalp: Gode Cengiz menejerimizdi. KSK’ye geldiğim günden rahmetlinin vefatına kadar çok sıkı bir abi-kardeş diyalogumuz vardı. Evlerimizde çok yakın olduğundan özel hayatımda da çok zamanı birlikte geçirdik. O heybetli fiziğinin içinde insan sevgisi dolu mükemmel bir Karşıyakalıydı.
Mersin İdman Yurdu ile Türkiye Kupası maçı. Mersin’i de eledik. Maçtan sonra kafileyi Mersin İdman Yurdu Menejeri Bayram Abi (Cengiz ağabeylerin arkadaşıydı) yemeğe davet etti.
Hocamız Candan TARTAN, ben de takım kaptanıydım. Akdenize özgü müthiş bir ziyafet sofrası kuruldu. Hesap istendi. Mekan sahibi yanımıza geldi. Afiyet olsun.Mersin’de Gode’nin takımından para mı alınır dedi. Hiç unutamam….





Takım içi ilişkileriniz ve takım arkadaşlarınız bir hatırlayalım mı ?

Erhan Özalp: Ben kaptanken takımda kaleci Ali, B.Muharrem, K.Cihan, Pıtırcık Nihat, Salih,Yüksel Can, Şeytan Mehmet gibi oyuncular vardı. Hepsi çok önemli ve değerli oyunculardı.


Transfer konusunda bir dönem oldukça gözdeymişsiniz.

Erhan Özalp: Bir dönem çok talep gören bir oyuncuydum. Fenerbahçe’de beni isteye kulüpler arasındaydı. Cengiz Abi “Sana başka forma yakışmaz” dedi. O sene bir yere gitmedim.
Tilla Restoran’a Fenerbahçe’nin hocası Raush, Serkan Acar, Muhittin Bulgurlu benimle tranfer görüşmeye geldi. Biz karşıda Melek Sinemasının altında Avcılar Lokalindeyiz. Cengiz Abi “Gitmeyeceksin” dedi. Görüşmeye bile gitmedim.

Meşhur bir Göztepe’ ye transfer hikayeniz var. Polisiye filmler gibi.

Erhan Özalp:Sözleşmesi biten oyuncular satış isteyebiliyordu. İlk sene KSK’ye kiralık geldiğim için satışımı istedim. Listeler açıklandı. Denizlispor’dan açıklanan rakama göre Ege Bölgesi’nin en pahalı oyuncusuyum.10 milyon bonservis bedelim bulunuyor.
Kulüpte bir hocayla sorun olunca ( bu arada geçmiş zaman kimsenin kalbi kırılmasın bu isimlerin yayınlanmasını istemiyor ve yayınlamıyoruz) Göztepe’ ile görüşmem oldu. Ailece beni, kızlarım ve eşimle birlikte Ayvalık’ ta motele aldılar. Göztepeliler de etrafımızda göz hapsinde tutuyor. Taransfer mevsimi başlayıp, imzaların atılması için bekliyorlar.
Hüseyin Karace (Cenk Karace’nin babası) 1981 yılı Haziran ayında Ayvalık Sarımsaklı’ da deniz kenarına geldi. Ben onu görünce sarıldım.
“Biraz konuşalım” dedi. Onun Nova marka abrasına bindiğimiz gibi Ayvalık’tan Turan’a Erol Abi’ nin ofisine geldik ve görüşme yaptık. Sonra aynı arabayla Ayvalığa geri döndük. Toplam süre 2,5 saat gibi bir zaman.(Bu kadar sürede nasıl gidip geldiklerine hala inanamıyor) Bir daha o kadar hızlı araba kullanan kimse görmedim. Görüşmede kırgınlık ortadan kaldırıldı. Ancak bu arada benim serbest kalmam ve fazla maliyetli olmamam içinde beklememiz gerekiyordu. Birkaç gün sonra Göztepe yöneticilerinden Fevzi Sasal’ın, Fitoz adlı teknesine Bursaspor’dan Feridun, Antalya’dan Yugoslav Saviç, Ünal ve ben Altınyunus Marina’daki teknede kalmaya gittik.
31 Haziran saat 17.00’de Denizli-Göztepe anlaşmış fakat yatırılması gereken pay yatırılmamış, ben serbest kalmıştım.
Altınyunus Cafe’ de Cafede otururken Cengiz Abi, Alp (soyadını vermeyeyim şimdi önemli bir görevde) ve Karşıyakalı çay bahçesinin sahibi Ahmet ile birlikte bir kaç kişi daha geldiler ve bir anda beni alarak.8-10 arabalık konvoyla KSK’ye geldik.
Ordaki maksat Karşıyaka’ ya bonservis parası verdirmemekti.1 Temmuz’da Erol abinin ofisinde sözleşme imzalanırken herkes çok şaşırmıştı.Göztepe’den alacağım paranın daha altında önemli bir fark olmasına rağmen Karşıyaka’ da kaldım.

Karşıyaka’ dan sonra futbol yaşamınız ?

Erhan Özalp: Karşıyaka’ dan sonra 2.lig Yeni Salihli, 2.lig Etibank SAS, 2.lig Doğan Emültay Hocayla Menemenspora gittim.


Antrenörlük yaşantınızdan da biraz söz edelim mi ?

Erhan Özalp: 1989 yılında kursa gittim. Paf ligi yeni kurulmuştu.Yücel İzmirli Abimin davetiyle ilk Paf takımımızı çalıştırarak hocalığa da kulübümde başladım.
Ardından Aliağa Belediyespor’da, amatörde çalıştım.Takımı 3.lige çıkardım. Bir senede 3.ligde çalıştım.
Selçuk Efes’te 3.ligde hocalığı yaptım. 1996-97 sezonunda Yücel İzmirli ve Ahmet Çelenay Hocam, Tevfik Bayraktar, M.Ali Öztekin’in olduğu yönetim döneminde KSK altyapısına geldim. Ardından Çiğli Belediyespor’da amatör ligde, ardından Menemenspor’da iki sezon, 2002’de tekrar Karşıyaka Altyapısına Teknik Sorumlu olarak geldim.
2004’te sezon ortasında yeniden Çiğli’de ,oradan sonrada Menemenspor’ da çalıştım.
Antrenörlük kursunda Sepp Piontek ve Jupp Derwall’den , Ajax altyapının kurucusu olarak bilinen her Blop hocalardan dersler aldım.Antrenörlüğü de iyi öğrendiğimi düşünüyorum.

Kimler oyuncunuz oldu hocam ?

Erhan Özalp: Hala liglerde oynayan Şenol, Atilla, Emrah,Yertek Levent Yücel, Uğur, Ufuk, Ramazan, Gurur, Tolga talebelerim. Bir dönem futbol şube sorumulusu olan Osman Kırkpınar’da.

Bir dönem televizyonculuk da yaptınız.

Erhan Özalp: İzmir TV’de 7 ay İzmir tribünü ve Orta Saha adında programları yaptım. O işi de severek yaptım. Ama sahalarda olmayı TV ekranına tercih ettim.

Karşıyaka’ da en çok etkilendiğiniz olay ?

Erhan Özalp: Bir Karşıyakalı olarak en sevindiğim ve en güldüğüm zaman mutlu olduğum olay ilk oynadığım maçı Antalya’da kazandık.Takım ve şehir müthiş bir havaya girdi. Tribünler doldu.
En üzüldüğüm zaman da aynı sezonda Bandırma ile berabere kalıp şampiyonluğu averajla Göztepe’ye kaptırdığımız maçtı. Hatırladıkça hala üzülürüm.

Geleceğe ilişkin planlarınızın içinde Karşıyaka var mı?

Erhan Özalp: Tabii ki var. Daha önce 3 kez altyapıda görev yaptım .En son Teknik Sorumlu olarak görev aldım. Maalesef çeşitli nedenlerle hep yarım kaldı.
Karşıyaka’ da bir çok yere hala gittiğimde “Kaptan” diye karşılanmak, “Büyük Erhan” diye bilinmek güzel şeyler. Ancak ben yine de ne kadar istekli olsak da ne yazık ki Karşıyaka’ nın bizlere yeteri kadar sahip çıkmadığını görüyorum..
Ben Karşıyaka’ da faal olarak bulunsamda, bulunmasam da kulübümün 100. yılında süper ligde ve Avrupa Kupalarına hedefe koşan takımları olmasını istiyorum.
Futbolu çok seviyorum ve futboldan uzak kalmam mümkün değil. Şu anda Karşıyaka ve İzmir’ de futbol adamlarının gidebileceği, kaliteli bir ortamda oturup, futbolu konuşabileceği bir lokalin hazırlıkları içindeyim.
Çok kısa zamanda açılışını yapıp, futbolun içindeki insanları bir araya getirebileceğimiz bir mekan oluşturmak istiyorum.

Hocam bu işte de başarılar diliyoruz . Teşekkür ediyoruz

Erhan Özalp: Teşekkürler..

Taner ÜTÜKLERLİ - Altar TOKER: HEPİMİZ ÇARŞIYIZ


Duysun Alem Böyle Aşkı, Bu Alemde Kral Çarşı...
Çarşı Alayına Karşı...
İzmir’in Ağası Herzaman Karşıyaka Çarşısı...
Vazgeçmedik terketmedik, Karşıyaka seni gönülden sevdik, Her yerdeyiz seninleyiz, Biz Çarşıyız harbi Karşıyakalıyız

Şarkılara, tezahüratlara konu olan meşhur Karşıyaka Çarşısı.. Peki kim bu Çarşı tayfası?
Çarşı demek delikanlılık demek, birlik demek, beraberlik demek, asilik demek, asillik demek, efendilik demek, Atatürkçü demek, laik demek, vefakar, cefakar,zor durumda tutunabileceğin, sana uzanan bir el demek..
Karşıyaka taraftarlarının yeşil kırmızı renklere olan tutkusu artık dünya çapında biliniyor.
Peki bu farklılık nereden geliyor? Diğer takım taraftarları kendi aralarında onlarca ayrı gruba bölünürken nasıl oluyorda ÇARŞI tek yürek, tek yumruk oluyor.
Yeşil Kırmızı Ekibi olarak bu soruların yanıtlarını merak ettik ve tribün liderlerimizden Taner Ütüklerli ve Altar Toker ile ÇARŞI’yı konuştuk..
Abilerimiz yıllarını tribünlere vermişler, görmüş geçirmişler.. Kendilerini ön plana çıkarmak istemiyorlar, mütevaziler, röportajın ilk dakikalarında lafları sanki ağızlarından kerpetenle alıyoruz. Ama laf lafı açtıkça, eski defterler, eski anılar açıldıkça onlarında dilleri çözülüyor ve çok keyifli bir sohbet dudaklardan dökülmeye başlıyor.
Dedik ya artık hayatları Yeşil Kırmızı olmuş diye.. İşyerlerinin adını Çarşı koymuşlar, her yeri yeşil ile kırmızıya bürümüşler..





Yeşil Kırmızı Ekibi:Abiler kimdir bu Çarşı tayfası, kimlerden oluşur ?
Taner Ütüklerli – Altar Toker : Çarşı demek Karşıyakalı demek. Bizim ayrı bir tayfamız, ayrı bir grubumuz ya da ayrı bir mekanımız yok. Eskiden söylediğimiz bir tezahürat vardı. Bayraklıdan, Bostanlıdan, Alaybey’in her yerinden...
Bu renklere gönül veren herkes kendini Karşıyakalı, Karşıyaka Çarşı’lı hissediyor. Oturduğu yerin önemi yok. Üçkuyular, Nergiz, Bayraklı, Şemikler, Çamdibi farketmiyor. Çarşı bizim kültürümüz, çarşı bizim mekanımız. Çarşı bizim buluşma noktamız. Tribünlerde bir tezahürat yapıyoruz herkes hep bir ağızdan bağırıyor.. Duysun Alem Böyle Aşkı, Bu Alemde Kral Çarşı.. Bu tezahüratı duyunca kimin tüyleri diken diken olmuyor? Herkesin oluyordur. İşte bu duyguları yaşayanlardan oluşuyor Çarşı tayfası..

Yeşil Kırmızı Ekibi:Karşıyaka ile yollarınız ne zaman kesişti? Bir gün bütün Karşıyaka tribünlerini yönlendireceğiniz aklınızdan geçermiydi?
Taner Ütüklerli: Çocukken babam beni maçlara götürürdü. Daha o yıllarda tribüne karşı ayrı bir sempati duyardım. Atatürk Stadı’nın en önüne iner maç yerine dakikalarca tribünleri izlerdim. 1980 senesinde Karşıyaka tribünlerinde önplana çıkmaya başladım. Benim için tesadüf değildi, daha ufak yaşlardan bu tribünler için bir şeyler yapmak istiyordum.
Altar Toker : Benim tribün sevdam Taner Abi ile başladı. Hep ona özenirdim. Maçlarda onu izler, onu takip ederdim. Karşıyaka Ortaokulunda okuduğum yıllarda deplasmanlara gitmek isterdim. Bazen beni maçlara götürmezler, yaşım ufak olduğu için otobüsten indirirlerdi ( Gülüşmeler... ) Maçlara gide gele bir aile gibi olduk. Maçlar bizim ortak noktamız, davamız oldu.







Yeşil Kırmızı Ekibi: Dayanışma, birlik ve beraberlik açısından kıyaslayacak olursak sizce eski ile yeni arasında bir fark bulunuyor mu ?
Taner Ütüklerli - Altar Toker: Eski ile yeni arasında çok fazla fark bulunmuyor. Ancak gençlik yıllarımızda evli değildik, çocuğumuz yoktu, sorumluluklarımız daha azdı. Şimdi bizim yaşıtlarımız evlendi, iş güç sahibi, sorumluluk sahibi oldu. Tabii bu hiç bir zaman bizim tek yumruk olmamızı engellemedi. Eskidende birbirimize ihtiyacımız olduğunda anında 200-300 kişi biraraya gelebiliyorduk, şimdide gelebiliyoruz. Birlik, beraberlik, dayanışma eskiden olduğu gibi aynı şekilde devam ediyor.

Yeşil Kırmızı Ekibi:Karşıyaka tribünlerini siz yönlendiriyorsunuz. Bazen kulüp yöneticileri, başkanlarla ters düştüğünüzde oluyordur. En çok hangi başkanı seviyordunuz?
Taner Ütüklerli: Bizim davamız Karşıyaka. Karşıyaka adına zarar getirecek herkesin karşısındayız. Bu bazen yönetici olur, bazen başkan olur. Ama Karşıyaka’nın yararları için yönetimlerle aramızı iyi tutmaya çalışırız. Çünkü o makama gelmiş olan kişi bizim başkanımız, Karşıyaka başkanı..
Altar Toker: Benim en çok sevdiğim başkan İskender Mesudiyeli’idi. Çünkü bir vizyonu bir karizması vardı. Togan Toprak şahsiyetli, Can Ergün adam gibi adam, rahmetli Erol Baş sevdiğimiz abilirimizdendi. Şimdilerde Mustafa Çelikiş. Onu çok beğeniyorum. Maddi manevi kulübe her türlü yardımda bulunuyor. Bir gün Mustafa Çelikiş’i bu kulüpte başkan olarak görmek isterim. Tabii burada isimlerini sayamadığım daha çok değerli yönetici abilerimiz bulunuyor.

Yeşil Kırmızı Ekibi: Karşıyaka’nın geçtiğimiz sezon yaptığı en büyük atılım Karşıyaka Taraftarlar Derneği’ni kurmak olmuştu. Bu derneğin kurucu üyelerinden olarak hedefleriniz nelerdir?
Taner Ütüklerli - Altar Toker: Karşıyaka Taraftarlar Derneği uzun yıllardır kafamızda olan ancak geçtiğimiz sene faaliyete geçirebildiğimiz bir oluşum. Burada ki amacımız tüm taraftarları tek bir çatı altında toplamak. Yeri geldiği zaman taraftarlar olarak yumruğumuzu vurup, söz sahibi olabilmek. Derneğin hukuki olarak kurulumu gerçekleşti. Şu anda çok güzel bir yerde, iskelenin karşısında bir yer tuttuk. Tabelamızı astık, boya, badana işleri bitti. En kısa zamanda çok görkemli bir açılış yapmak istiyor, yeni sezona yetiştirmek istiyoruz. Burada Karşıyaka taraftarlarımızdan isteğimiz derneğimize sahip çıkmaları.
Dernekte her şeyi profesyonel olarak yapmak istiyoruz. Derneği biz kurduk ama biz kurduk diye yönetimde biz olacağız anlamına gelmez. Karşıyaka’da çok başarılı iş adamları, pırıl pırıl gençler bulunuyor. Gelsinler derneğe sahip çıksınlar, önplanda yer alsınlar. Yarın öbürgün yapılacak bir kongrede KSK başkanını biz seçelim. Hatta sayımız o kadar çoğalsın ki Belediye Başkanını dernek üyeleri belirlesin. Bizim seçeceğimiz bir Belediye Başkanı isterse KSK’nin çıkarlarını düşünmesin, böyle bir şey mümkün olabilir mi?






Yeşil Kırmızı Ekibi:Çarşı deyince hemen Karşıyakalı’nın aklına belli isimler geliyor. Bu isimler arasında aramızdan ayrılan rahmetli Hasan ve Erdal abilerde yer alıyor. Sizler için bu isimler ne ifade ediyor?
Taner Ütüklerli - Altar Toker: Bu isimler Çarşı arasında mertliğin, dostluğun ve Karşıyakalılığın simgesidir. İkiside bizler için çok büyük kayıp. Rahmetli Hasan abi nam-ı diğer Laz Hasan üç sene önce trafik kazası sonucu vefat etti. Çok büyük Karşıyakalıydı. Deplasmanlara, her yere gelirdi. Tribünün en tanınmış simalarından biriydi. Hasan abinin dört tane çocuğu vardı ama onun için arkadaşları her zaman ön plandaydı. Bizler için canını verirdi. Bir sıkıntın, derdin olduğunda gecenin kaçında olursa olsun atlar gelirdi.
Rahmetli Erdal ise çok genç yaşında aramızdan ayrıldı. Tribünlerin en sempatik, en sevecen ve en dost canlısı insanlarındandı. Osmanbey parkında yatıp kalktığı zamanlar olurdu. Buna rağmen üniversiteyi kazanmıştı. Çarşı’da işportacılık yaparak geçiniyordu. Çok talihsiz bir şekilde, çıkan bir kavgada hayatını kaybetti.

(Röportajımız esnasında Taner abi bizleri işyerine götürüyor ve duvarları bizlere gösteriyor. Duvarın baş köşesinde rahmetli Laz Hasan ve Erdal’ın fotoğrafları bulunuyor..)






Yeşil Kırmızı Ekibi: Genç Karşıyakalı arkadaşlarımızın merak ettikleri bir soru var. Taner ve Altar abiler neden maçlara forma ile gelmiyorlar, yada yeşil kırmızı giyinmiyorlar. Bunun özel bir nedeni var mı?
Taner Ütüklerli - Altar Toker: Belki genç arkadaşlar bizleri formalarla görmüyorlar ama bir gün işyerlerimizi merak ederlerse buyursun gelsinler. Bizim hayatımız, kalbimiz yeşil kırmızı. Artık eskisi gibi değiliz, sorumluluklarımız var, işlerimiz var. Yani bunun tek nedeni artık yaşımızın ilerlemiş olması.

Yeşil Kırmızı Ekibi: Bazı taraftarlar Çarşı’yı kavgacı, çirkef, maçlara bedava girmeye çalışan bir grup olarak görüyorlar. Sizce bunun nedeni nedir?
Taner Ütüklerli: Daha öncede belirttiğimiz gibi aslında Çarşı diye ayrı bir grup bulunmuyor. Zaman zaman genç arkadaşlarımız maçlarda taşkınlık yapıyor, maç dönüşlerinde otobüs ve vapurlarda Karşıyakalılara yakışmayacak hareketlerde bulunuyorlar. Biz bunların önüne geçmek için çalışıyoruz. Sanıyorum bazı taraftarlarda bize karşı önyargı bulunuyor. Bunun nedeni de bizleri yakından tanımamaları. Halbu ki hepimizin yeri, yurdu belli. Benim dükkanımın adı Çarşı Kumrucusu ve çarşının içinde yer alıyor. Bir problemi, bir sorunu olan kişi rahatlıkla yanımıza gelebilir. Otururuz, konuşuruz, birlikte çayımızı içeriz. Hatalı yerleri konuşuruz, çözümler ararız. Bizim herkese kapımız açık. Bir derdi, sıkıntısı olan varsa rahatlıkla gelip kapımızı çalabilir.

Yeşil Kırmızı Ekibi:Sizce Karşıyaka taraftarı neden farklı? Neden 35 ½?
Taner Ütüklerli: Biz farklıyız çünkü Karşıyakalıyız. İlklerin kulübüyüz.. Gerek tribünlerde gerekse dışarda yapılmayanları yapıyoruz. Mesela bir örnek vereyim. Geçtiğimiz sezon bir televizyon basma olayı yaşandı. Bu doğru, yanlış tartışılırdı. Biz stüdyo bastık ondan sonra Cantona bunu reklam yaptı.

Yeşil Kırmızı Ekibi:Hazır söz basının gündeminde uzun süre yer alan stüdyo basma olayından açılmışken. Bu olayın nedeni neydi? Planlı bir hareketmiydi?
Altar Toker: Stüdyo basma olayı sadece bir tepkiydi ve beş dakika içerisinde hadi gidelim, bir görünelim şeklinde yaptığımız bir hareketti. Bazılarına göre yanlış bir hareketti ama bence yapılması gerekliydi. Karşıyaka Kulübü’nün sahipsiz olmadığını, herkesin istediği gibi konuşamayacağını göstermeye çalıştık.






Yeşil Kırmızı Ekibi: Karşıyaka tribünlerini hareketlendirmek için bugüne kadar neler yaptınız? Bundan sonraki planlarınız nelerdir?
Taner Ütüklerli - Altar Toker: Takımlarımız ister başarılı olsun, ister başarısız Karşıyaka tribünleri Türkiye’nin en renkli tribünlerindendir. Her deplasmana taraftarlarımızı götürmeye çalışıyoruz. Bunun için kulüpten gidip parada dilenmiyor, kendi kaynaklarımızı kendimiz yaratmaya çalışıyoruz. Mesela neler yapıyoruz? Maç öncesi kahvede tombala çektirerek para topluyor, bu biriken paralarla deplasmana otobüsler kaldırıyoruz. Maç bileti olmayan arkadaşların biletlerini karşılıyor, yemek parası olmayanların karnını doyuruyoruz. Bunları hiç bir çıkar gözetmeksizin yapıyoruz. Karşıyaka tribünleri için bugüne kadar çok şeyler yaptık. Yeri geldi canımızı tehlikeye attık. Bundan sonrada davamızdan vazgeçmeyeceğiz.


Yeşil Kırmızı Ekibi:Tribünden hiç unutamadığınız anılar nelerdir diye soracağız ama eminiz ki bu anılar anlatmakla bitmez. İlk aklınıza gelenler hangileri?

Taner Ütüklerli: Bizim her şeyimiz anı... Hangi birini anlatalım. 1990 yılı Sakaryaspor – Karşıyaka maçı öncesi. Osmanbey parkında bütün eküri oturuyoruz. O maçın önemi çok büyük. Şöyle ki Sakaryaspor’un küme düşmesi kesinleşti, biz ise yenersek kümede kalacağız. Sakaryaspor’a çok büyük teşvik primleri verdiklerini duyuyoruz. Yani mutlaka kazanmak için çıkacaklar. Bizde o zamanlar rahmetli Hasan abilerle aramızda bir laf söyledik. “Gol Olursa Sahaya Atlayacağız”..
Laf ağızdan bir kere çıkar tabii.. Bütün maç takımımız gol atamadı. Derken 90. dakikada Recep topu filelere gönderdi. Ben bir anda kendimi sahada buldum ve Recep’e doğru koşturmaya başladım. Recep koşuyor, ben arkasından koşuyorum benim arkamdanda polis koşuyor. Ben polisi görür görmez önüme çıkan Şengül’ü kucağıma alıyorum. Kucağımda Şengül ile sevinmeye giderken, Şengül’ün hatırına polis bir şey yapmıyor. Daha sonra polisler beni tuttu ve Sakaryasporluların soyunma odasının olduğu yerden dışarı çıkarmaya çalıştı. O sırada Sakaryasporlu futbolcular saldırmaya kalkıştı. Tribünler taşlar yağdırmaya başladı..
O günü hiç unutamayacağım.. İyi ki gol atmıştık, bende sözümü tutup sahaya atlamıştım.

Altar Toker: Yaklaşık 10 yıl kadar önce Göztepe 8-9 otobüs ile Ayvalık deplasmanına gidiyor. Bizde arkadaşım Dobo Metin ile tesadüfen o gün Alsancakta oturuyoruz. Göztepe maçından haberimiz yok. Bir baktık önümüzden otobüsler geçmeye başladı. Taksi kiraladık ve iki kişi otobüslerin peşine takıldık. Alsancak’ta iki otobüsün önünü kestik ve arabadan indik. Biz sadece iki kişiyiz.. Adamlar iki otobüs.. Otobüslerden aşağıya inemediler.. Biz iki kişi kovaladık, iki otobüs Güzelyalı’ya kaçtılar. Daha sonra basında Karşıyakalı taraftarlar Göztepelilere saldırdı gibi haberler çıktı. Ama bilmiyorlardı ki sadece iki taraftar saldırdı. Dobo Metin ve Ben.. Göztepelilerin kabusu olmuştuk.

Taner Ütüklerli: Bir gün hiç unutmuyorum.. Konyaspor – Karşıyaka maçı için deplasman hazırlıkları yapıyoruz. Çarşıda yaklaşık 100 kişi toplandık. Gelmesi gereken otobüsler gelmeyince sadece bir otobüse kaldık. Tabii herkes maça gitmek istiyor ama bu sayıyla imkansız gibi. İnanmayacaksınız ama bir otobüse 93 kişi binerek yola çıktık. Bagajdada bir çok arkadaş vardı. Molalarda otobüsün durduğunu anlayan bagajdaki arkadaşlar haliyle bagaj kapağını çabuk açmamız için yukarıya ayaklarıyla vuruyorlar, bizde inip kapağı açıyoruz. Konya yakınlarına yaklaştığımızda bir baktık ki polis otobüsü çeviriyor. Otobüsün durduğunu anlayan bagajdaki Karşıyakalılar yine mola verdiğimizi zannetmişler ve bagajın kapısını açmamız için yukarıya doğru vurmaya başladılar. Konya Emniyet Müdürü arabada, bagajdakiler yukarı vuruyor, biz bagajda birilerinin olduğu anlaşılmasın diye ayaklarımızı aşağıya vuruyoruz. Üç otobüs taraftarı bir otobüse sığdırıp gittiğimiz ilginç deplasmanlardan biriydi.

Altar Toker: Olaylı Nazilli maçında tribünde ilk göze çarpanlardan biri olduğum için beni şüpheli olarak gözaltına aldılar. Emniyet beni otobüse bindirip İzmir’e göndermeleri için yanımda polis görevlendirdi. Polislerle Nazilli Otogarına gittik. Polis abilere çok tuvaletim geldiğini, bana iki dakika tuvalet müsadesi vermeleri için izin istedim. Tuvalete girdim sifon diye çektiğim kablo meğersem elektrik kablosuymuş. Beni orada öyle bir elektrik çarptı ki, kendimi koşarak dışarıya attım. Benim tuvalet kapısından koşarak çıktığımı gören polisler kaçtağımı zannetti. Ben koşuyorum, onlar arkamdan kovalıyor. Ama bilmiyorlar ki beni elektrik çarptı. Gelde şimdi polis abilere durumu izah et. Zaten adımız çıkmış ( Gülüşmeler....)

Taner Ütüklerli: Denizli maçından dönerken Çevik Kuvvet çevirdi. Otobüste kesici madde olduğunu iddia etti. Sonra bende böyle bir şeyin olmadığını, hatta otobüste bir çocuğun bile olduğunu söyledim. Arap’ın 1,5 yaşında ki oğlu otobüsteydi. Daha sonra polis çocuğu görünce otobüsü aramaktan vazgeçti. Yolculuk devam ederken bir benzin istasyonunda mola verdik. Otobüse tekrardan bindiğimizde bir baktık ki çocuğu benzin istasyonunda unutmuşuz. Sonra geri dönüp tekrardan almıştık..
Bursa’ya giderken de yine polisler otobüsü aramak istediler. Araba temiz dedik hiç bir şey yok. Otobüste arama yapan polis koca otobüste sadece bir cımbız bulabilmişti. Daha sonra yanımıza gelerek bize teşekkür etti ve o cımbızı hatıra olarak saklayacağını söylemişti. Hala cımbızın otobüse nerden ve nasıl geldiğini bilmiyorum (Gülüşmeler....)

Altar Toker: Söke – Karşıyaka maçı için bir gün öncesinden yola çıktık. Hesapta Kuşadası’nda konaklayacağız daha sonra oradan ertesi gün Söke’ye geçeceğiz. Yaklaşık 500 tane Karşıyakalı geceyi Kuşadasında geçirmek için gelmiş, zaman zaman Kuşadası – Aydın taraftarları ile olaylar yaşanmış. Emniyet bizi ortalıkta görmek istemiyor. Sabaha karşı oldu, üşüdük. Tek çare olarak bir camii hocasına 2-3 kişi gittik. Sabaha kadar kalacak yerimizin olmadığını, üşüdüğümüzü ve geceyi camii’de geçirmek için izin istediğimizi söyledik. Hoca izin verdi tabii.. O üç kişinin sonradan 300 kişi olacağını bilmiyordu. Hoca çıkarkan anahtarı paspasın altına bırakmamızı söyledi.
Bir düşünsenize 300 tane Karşıyakalının camii’ye girdiğini. Tabii bu bizim için pek alışılmış bir olay değil. Millet başladı makara yapmaya.. Tesbih çekenlermi dersiniz, takunya giyenler, başına kasket geçirenler. Derken camii içine yayın yaptığını düşündüğümüz megafonu açtık ve Karşıyaka ile ilgili dualar etmeye başladık,, Tabii gır gır şamata.. Bir şey söylüyoruz, sonunda herkes Amin diyor..
Meğersem camii hoparlörü sadece içeriye değil, dışarıyada yayın veriyormuş. Yani orada bütün konuştuklarımız dışarıya duyuluyormuş. Kuşadası halkı şok olmuş. Zannetmişler ki çok önemli biri vefat etti. Ama sela deseler sela değil, zaten selanın zamanıda değil. Derken camii’ye yaklaşık 200 tane polis girdi. Polis gelince kaçmaya başladık. Biz kaçıyoruz polis kovalıyor. Ama polisten kaçarken ki halimizi göreceksiniz. Bazı arkadaşlarımızın elinde tesbihler kalmış. Bir yandan tesbih çekiyor, bir yandan kaçıyor. Unutamayacağım bir anıydı...

Taner Ütüklerli: Tribünlerin en renkli simalarından biri, biz ona kendi aramızda Fufo deriz. Çok komik bir arkadaş. Bir gün Susurluk’ta otobüsümüz mola veriyor. Fufo’nun karnı acıkmış tamda otobüsün durduğu yerde kangal kangal sucuklar asılmış. Fufo bir kankal sucuğu bir çekiyor aşağıya bütün sucuklar iniyor. Tabii bütün sucuklar birbirine bağlı. Sanki madalya gibi Fufo sucukları boynuna takıp otobüse doğru koşturmaya başlıyor. Fufo boynunda sucuklarla otobüse bindiğinde soluna bakıyor bir bayan, sağına bakıyor bir bayan.. Meğersem bizim Fufo o kafayla deplasman otobüsü yerine yolcu otobüsüne binmiş..(Gülüşmeler...)

Abilerimizin dediği gibi onların her yaşadığı unutulmayacak bir anı. Bu anılar ne konuşmakla nede yazmakla biter. Yeşil Kırmızı Ekibi olarak abilerimizden bu anıları daha detaylı bir şekilde anlatacakları bir röportaj sözü daha alıyoruz. Daha sonra sitemizde yayınlanan bu anıları Yeşil Kırmızı adlı bir kitapta toplayacağımızı belirtiyoruz.
Taner Ütüklerli ve Altar Toker... Bu isimlerin bütün davası Karşıyaka olmuş. Bundan sonra tribünlerde olumsuz davranışlara yer vermeyeceklerini, dernek çatısı altında herkesi biraraya toplamak için çalışmalar yapacaklarını ve tribünlere küskün Karşıyakalıları geri getireceklerini söylüyorlar. Gözlerinde ki ışıltı sanki ilk maçına gidecek bir çocuğunki ile aynı.

Küçük Düşünemeyiz, Biz Küçük Olamayız…
Hayal Kurarken Bile, Elalemden Farklıyız…
Biz Karşıyakalıyız.. Karşıyaka ÇARŞISIYIZ.....
Bütün Hayallerimiz Bir Gün Gerçek Olacak....
Karşıyaka Bayrağı Yalı’da Sallanacak Yer Yerinden Oynayacak..
O Gün Bayram Olacak